Yavrucuğum, sana Efendimiz(s.a.v.)'i anlatmaya çalışacağım. Daha güzel bir miras yok şu cihanda sana bırakacağım. Hem üzerime bir vazifedir, hem de umulur ki nefsim de dinler, ıslah olur.
Yavrucuğum önce Allah'a iman et.
Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in(s.a.v.) de Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna iman et, et ki cehennemden çıkasın, cennete giresin. Efendimiz(s.a.v.) buyuruyor ki "Kalbinde zerre kadar imanı olan kişi cehenemden çıkar." Bundan şüphe edersen Rabbinin şu ayetine kulak ver: "Muhakkak ki Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulm etmez"(Nisa-40) (5)
Yavrucuğum, bir kere iman ettin mi tertemiz olursun, tüm günahların silinir. Ne kadar büyük olurlarsa olsunlar. Bil ki Rabbinin bağışlaması daha büyüktür, yeter ki iman et. (7) Doksan dokuz adam öldürenin kıssasını duydun mu? Bu kıssayı sahabe efendilerimiz(r.a.) Allah Resulü (s.a.v.)'den dinlemişler:
Eski devirlerden bir adamın doksan dokuz cinayeti vardır, bir tövbe kapısı olup olmadığını araştırmak için yeryüzünün en bilgili kişisini sorar, bir rahibi gösterirler. Rahip kendisine kurtuluşunun olmadığını söyleyince onuda öldürüverir, yüze tamamlar. Başka bir bilgine gider. "Tevbenle arana kim girebilir? Ancak falan memleket git, orada Allah'a ibadet edenler vardır, sen de onlara katıl ve bir daha memleketine geri dönme, zira orası kötü bir yerdir" der bilgiden nasibini almış alim zat. Adam yola düşer, ölüm meleği yolda canını alır. Azap melekleri de Rahmet melekleri de adamı götürmek için gelirler, ama kimin götüreceğine karar veremezler. Ölüm gelip çattığında adamcağızın yönü salihler diyarına doğrudur. Melekler aralarında çekişirken insan kılığında bir melek çıkagelir, onu hakem yaparlar. Allah salihler yurdunun adama daha yakın olmasını irade buyurmuştur, mesafeleri ölçen melekler salihler yurdunun bir karış daha yakın olduğunu görürler. Bunun üzerine rahmet melekleri tövbekarı alır gider. [Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621).] ve [Buharî, aynı bab.]
Bu adamın bağışlanmasından şüpheye düşersen Nisa Suresinin 48. ayetini oku: "Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunu dışındakileri ise diledikleri için bağışlar. Allah'a şirk koşan şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur."
Yavrucuğu şirkin zıddı imandır. İmanını kuvvetlendir. O zaman dünyan da cennetin olur. Dünya cehenneminden çıkar kalbin. Huzur ve sükunet içinde olursun. İç huzuru hisseder, bu dünyada da cennete girersin.
Bil ki dünya mü'mine zindan, kafire cennettir. (Müslim, Zühid, 1; Tirmizi, Zühd:16, İbni Mace, Zühd, 3 ). Sen imanını kuvvetlendirirsen; cismin-bedenin zindanda gibi gözükse de kalbin-ruhun cennet bahçelerinde şakıyarak zikreden bir kuş olur, cennet ağaçlarının dallarında huzurla şakır. Bela ve musibet de gelse, zenginlik ve refah da gelse hepsini hoş karşılar, hepsinden manevi keyif alırsın. Gel Yunus Emre'ye kulak ver, ne der:
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş,
Ya derd gönder ya deva,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrın da hoş lütfûn da hoş.
Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ger bağ-u ger bostan ola.
Ger bendü ger zindan ola,
Ger vasl-ü ger hicran ola,
Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Ey padişah-ı Lemyezel!
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel!
Ey lutfu bol, kahrı güzel!
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ağlatırsın zari zari,
Verirsen cennet-ü huri,
Layık görür isen nari,
Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,
Gerek yaşat gerek öldür,
Aşık Yunus sana kuldur,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Geçici olan dünya hayatını esas maksadı yapan aldanmışı gördün mü? O zahiren cennette gibi bir hayat yaşasa da sen onun kalbini bilmezsin, kalbi ateş içindedir. Gayeyi asliyesi saadeti ebediye olan mü'mini bir bilsen, onu zindan da da görsen, mancınıkla ateşe atılıyor yahut eti demir taraklarla doğranıyor da bulsan, Yasir ailesi gibi işkence de görse yine de gönlü cenneti yaşar, ruhu ulvi zevkler tadar.
Yavrucuğum kul ol! Ağlasan da gülsen de, çıksan da insen de, yaşasan da ölsen de; kul ol!
Kulak ver Hocan Celaleddin hazretlerine, ne der :
"Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum.
Kullar azat olunca şâd olur; Ben Sana kul olduğumdan şâd oldum."
Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Kul oldum, kul oldum, kul oldum! ....
Yavrucuğum büyüklerin kul olmuş, başta Efendimiz(s.a.v.) kul olmuş, tüm peygamberler kul olmuş, gelmiş geçmiş tüm Allah dostları kul olmuş, Allah'a yakınlık kazananlar kul olmuş, doğru sözlü sıddıklar kul olmuş, doğru yolda olanlar kul olmuş, güzel evladım; sen de kul ol, Rabbinin kapısında bir garip kul ol! Yedi kıtaya da hükmetsen; kainatta bir nokta dahi değilsin, Rabbinin katında kul ol; ki gerçek şerefe ve makama eresin. Kulluk makamı ne güzel bir makamdır. Allah'a kul oldun mu bir kere, gayrısında kul olmazsın hiçbir nesneye. Bilirsin ki gelen her şey Allah'tan, eyvallahın olmaz kimseye! Dünyevi makamlar sahtedir, çünkü hepsi fani. Gerçek makam ki kulluktur, Rabbinin katında zayi olmaz, ebeden baki. Şaşılır makamıyla kibirlenene ki övünür hükmetmekle, oysa kul olmuştur hükmettiklerinin cümlesine. Övüncü artar malıyla, nüfuzuyla; zahiri kudretiyle, bilmez ki hakikatte artar ziyanı; kul olduklarının sayısıyla. Yavrucuğum, "Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yönelenleri de doğru yola eriştirir." (Rad Suresi -27) Allah'a kulluk etmeyenler ve seni O'na kulluktan alıkoymaya çalışanlar seni üzmesin, "Muhakkak ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir." (Nahl Suresi – 128) İnsanlar katında olana Allah katında olanlardan daha fazla güvenme. Her şey Allah'ın kudret elindedir. Eğer gerçekten iman edersen, bil ki Allah seninle beraberdir!
Yavrucuğum, bir kez iman ettin mi artık sevapların kat kat yazılır. En az on misliyle mükafatlandırılırsın, Rabbimiz bunu dilediği kadar da arttırır. Günahların ise karşılığı ne ise öyle yazılır, Ancak umulur ki Allah bunları da bağışlasın ve günahlarını da siliversin(7).Yeter ki iman et, Rabbin bağışlaması ve hazineleri sonsuz olandır, cömert ve hesapsız verendir.
İmanın da bir tadı vardır, duymak istersen : [65,66,67]
Allah Resulünü(s.a.v.) babandan, çocuğundan, bütün insanlardan ve diğer her şeyden daha fazla sev,Bir kulu sevdiğin zaman yalnız ve yalnız Allah için sev, nefret ettiğinde de sadece Allah için nefret et, İman ettikten sonra küfre düşmeyi ateşe atılmak gibi çirkin gör, ateşe atılmaktan sakınıyormuşçasına sakın, imanını korumada titiz davran, Sıkıştığın anlarda dahi yalan söyleme,
Başına gelecek şeyin sen ne yaparsan yap gelip seni bulacağını, başına gelmeyecek şeyin de kesinlikle başına gelmeyeceğini bil,
Yavrucuğum, iman ettin mi; hakkıyla iman et! Hakkıyla iman etmenin anahtarı Resulullah(s.a.v.) sevgisidir. O'nun evini kendi evinden, onun ev halkını kendi ev halkından, onun akrabasını kendi akrabandan, onun arkadaşlarını kendi arkadaşlarından, onun mescidini kendi mescidinden, onun sokağını kendi sokağından, onun bineğini kendi bineğinden, onun kıyafetini kendi kıyafetinden, onun ayakkabısını kendi ayakkabından, onun yiyeceğini kendi yiyeceğinden, onun şehrini kendi şehrinden, onun zatını kendi zatından daha fazla sev! Zamansız, mekansız sev! Ölçüsüz, tartısız sev! Sev; zira, Allah ve Resulünü(s.a.v.) diğer her şeyden çok sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olmazsın! [70] Kendin için istediğini din kardeşin için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmazsın![71]
Darlıkta infak etmek, selamı yaymak, adaletli olmak, güzel ahlaklı olmak, Allah korkusu, haya ve yumuşak huyluluk imandandır, ve sevaplı işlerdendir [61,68,69]. İmanın sayısız derecesi, sayısız şubesi vardır [60,61]. En üstünü ''Lâ ilâhe illallah' (='Allah'tan başka ilah yoktur') sözüdür [62]. Güzel evladım, yolda insanlara rahatsızlık veren bir şeyi kaldırıp kenara koymayı bile az görme, bu dahi imandan bir şubedir.[62]
Yavrucuğum, bir kişiyi camiye bağlı, camiye devam eder gördüğünde bu kişinin mü'min olduğuna şahitlik et. Zira Allah Kerim Kitabında şöyle buyurmakta : "Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve Ahiret Gününe inanarak namazını kılan, zekatını veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte o kimselerin doğru yolu bulanlardan olmaları umulur [Tevbe Suresi, 18]." [Tırmîzi, İman: 8.] Bu ayet ve hadis bizlere bir taraftan da; imar etmenin sadece binanın banisi(yapanı) olmak olmadığını, orada bulunarak, oranın işler olmasını sağlayarak, oraya hareket ve canlılık katarak orayı yaşatmak olduğunu ders veriyor.
Kötülüğe karşı eliyle mücadele edenler, diliyle mücadele edenler, ve kalbiyle mücadele edenler, iman sahibidirler, bunun dışındakilerinse; bir hardal tanesi kadar bile imandan nasipleri yoktur. [Müslim, İman: 80.]
Biliyor musun? Vesvese bile imandandır. Bir gün Efendimiz (s.a.v.)'e vesvese hakkında soru sorduklarında şöyle cevaplıyor : "O halis imandır." [Müslim, İman: 211.] Düşünsene, bir şeyi ölçüp tartmadan, düşünüp kabullenmeden tam olarak, hakiki olarak iman edilebilir mi? Evet, belki taklidi olarak iman edilebilir, ancak bunu gerçek-hakiki, yani tahkiki imana çevirmek için; vesveseleri bir bir yenmek gerekir. İmanını kuvvetlendirmek, taklidi seviyeden tahkiki seviyeye yükseltmek için iman hakikatlerini araştır, tefekkür et; karşında Rabbinin yarattığı kainat, sana her an ayetleriyle iman dersi veriyor! Rabbinin ayetlerini kainat kitabından da okumayı ihmal etme! Allah Kerim Kitabında şöyle buyuruyor : "Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinizde nice ibretler/deliller vardır. Hala görmüyor musunuz?" [Zariyat Suresi, 51/20-21]
Yavrum, meşhur Cibril hadisini duydun mu? Duymadıysan hadis okumalarını arttırman senin için faydalı olur. Hz.Cebrail bizlere imanı ders veriyor:
Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:
"Bir gün Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında bulunduğumuz sırada âniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.s.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
"Ya Muhammed! Bana İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."
"Bana imandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.): Âllah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere; hayrına şerrine inanmandır" buyurdu. O zât yine:
"Doğru söyledin" dedi. Bu sefer:
"Bana ihsandan haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.):
" Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu. O zat:
"Bana kıyametten haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular.
"O halde bana alâmetlerinden haber ver" dedi. Peygamber (s.a.s.):
"Câriyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu. Babam dedi ki:
Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?"dedi. "Allah ve Rasûlü bilir" dedim.
"O Cibrîl'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1).
Kaynak : http://www.sorularlaislamiyet.com/article/459/cibril-hadisi.html Erişim : 05.07.2016/02:52
İnsanlara meleklerin yaklaşması gibi şeytanların yaklaşması da haktır. Zira dünya imtihan meydanıdır. Kömür elmastan, hak batıldan, Ebu Cehiller Ebu Bekirlerden bu vesileyle ayrılacaktır.
Birisine şeytan vesveseyle gelir ve "onu kim yarattı bunu kim yarattı?.." diye sormaya başlar, ta ki "Rabbini kim yarattı?" deyinceye kadar gider, bu noktaya gelindiğinde o kişi şeytandan Allah'a sığınmalı ve orada durmalıdır [Müslim, İman : 214; Buhari, Bedu'l Halk:11.]. Belki dikkat etmişsindir, sorunun kendisinde mantık hatası var, Allah'ı bir "yaratan" olsaydı; zaten yaratılan Allah olmazdı. Vagon vagonu çeker, diğer vagon da onu, ta ki lokomotife kadar, peki lokomotifi kim/ne çeker, hiç, o zaten çekilseydi lokomotif olmazdı, çekilseydi onu da vagon olarak isimlendirirdik.
Yavrum vesveselere sabret. "Sabır imanın yarısı, yakîn ise imanın tümüdür" [85]
Yakîn kesin olarak bilme; kamil iman anlamında kullanılabilir. Ecel için de yakîn'in kullanıldığını görürsün. Yakîn(ecel) gelinceye kadar iman edip salih amel işleyenlerden olmamızı niyaz ederim. Zira yakîn geldikten sonra gelen imanın faydası olmaz, Firavuna faydası olmadığı gibi. Öleceğini kesin olarak anlayan kafir secdeye kapanıp müslümanlardanım iman ettim dediyse de Allah'ın yakalaması çok çetin olmuştur. Kim Allah'tan daha şiddetli yakalar?
Yakîn(ecel) gelince yakîn(kesin olarak bilme) gelmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'de imani çerçevede üç tür yakîn geçmektedir: ilmel yakîn, aynel yakîn ve hakkal yakîn. [Tekasür, 102/5-7 ile Vakıa, 56/92-95 ] Cehennemin bu dünyada Allah'ın gönderdiği peygamberler, kitaplar ve ayetler(kitaplardaki ve kainattaki işaretler) ile bilinmesi ilmen bilinmesidir; henüz görülmeden ve hissedilmeden bilinmesidir ki buna ilmel yakîn denir. Biliyorsun ki Cehennemi herkes görecek, cehenneme girmeyecek olanlar da görecek, Rabbimiz gösterecek, ahiretteki bu anımızda ise aynel yakin olarak cehennemi bilmiş olacağız. Cehennemin dibini boylayacak kafir ise cehennemi hakkal yakîn hissetmiş olacak.
Yavrum, Kuran'ı Kerim nasıl ders veriyor dinle: "Bir vakit İbrahim: «Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.» demişti. Allah buyurdu: «Yoksa inanmadın mı?» İbrahim: «İnandım, ancak kalbimin iyice yatışması(mutmain olması) için.» dedi. Allah buyurdu ki: «Öyle ise kuşlardan dördünü tut ve onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt. Sonra onları çağır, koşa koşa sana gelsinler. Bil ki, Allah gerçekten güçlüdür ve hikmet sahibidir.»"[Bakara 260 Elamlılı meali sadeleştirilmiş]
Hz.İbrahim(a.s.) ilmel yakin sahibi iken kalbinin mutmain olması için ölülerin diriltilmesini aynel yakîn görmek istemiştir.
Esasen ilmel yakîn iman, aynel yakin iman gibidir. Zira Hz.Ali Efendimiz(r.a.) "Perdeler açılsa yakinim artmaz." buyurmuştur. Yakînlerin hepsi de kâmil imandır, ancak kalbin mutmain olması hepsinde derece derecedir, farklı farklıdır. Kalp aynel yakînde ilmel yakîne göre daha çok mutmain olur, hakkal yakîn ise kalp tatmininin en üst mertebesidir. Zira; ilmel yakîn sonucu veren haber; görme gibi değildir ("Leyse'l-haberu, ke'l-ıyan"). Ancak tadılarak duyulan hakkal yakin için ise şu söz meşhurdur : Men lem yezuk, lem ya'rif (Tatmayan bilmez.)
Hakk Suresi 51. ayette Yüce Rabbımız buyuruyor ki : "Muhakkak ki O(Kuran) hakkal yakîndir." Subhanallah! Yüz bin kere Subhanallah! Yaratılmışlar adedince Subhanallah! Demek ne büyük gaflet içerisinde Kur'ana yaklaşıyoruz, ne büyük gaflet içerisinde okuyoruz anla! Elimizdeki mucizeyi ilmel yakin anlıyoruz, biliyoruz, aynel yakin görüyoruz. Rabbim, yüce kelamını, bizleri muhatap alışının büyüklüğünü ve insana şeref veren hitabını hakkal yakin hissedenlerden de eylesin niyazıyla.. Gafletimizden Rabbimize sığınırız.
(Kaynakçası ve ilave etmek istediğimiz bazı kısımları eksik olsa da burada yer almasını istedik makalemizin, inşallah bu makaleleri devam ettirmek isteğindeyiz, Rabbim yardım etsin tamamlamayı nasip etsin tamamlatsın duasıyla..)
iman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
31.7.16
12.8.12
Sen onun kalbine bak
Şah-ı Nakşibend hazretleri buyuruyor ki:
Hayatımda en garibime giden olay şu olmuştur.
Bir gün ak sakallı bir ihtiyar, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış, öpüyor, yüzüne sürüyor. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
Onun bu hâline gıpta ettim.
(Sen onun kalbine bak!) diye ilham geldi.
Kalbine nazar ettim. Köydeki iki keçi ve birkaç koyunu düşünüyor. Hayret ettim.
Oradan Mina pazarına geldim.
Baktım bir genç, 50 bin altın değerinde alışveriş yapıyor, hep ticaretle meşgul. (Eyvah!) dedim, bu genç yandı. Bu kadar para pul içerisinde battı.
Yine (Sen onun kalbine bak!) diye ilham geldi.
Bir de kalbine baktım, her an kalbi (Allah) diyor. (Aman hak hukuk geçmesin, dinime zarar gelmesin) diye tir tir titriyor.
(Sübhanallah) dedim. Ya Rabbî, bu kadar varlık içinde, bu, (Allah) diyor. Öteki ise, yokluk içinde, Kâbe’nin önünde (Keçilerim) diyor.
5.6.11
İman ve Sınıfları
Tasdik ve İnkâr Bakımından İnsanlar Kaça Ayrılır?
Üçe ayrılır:
1 - Mü'minler,
2 - Kâfirler,
3 - Münâfıklar.
- İslâm dîninin inanılması farz olan temel hükümlerine tereddütsüz inanıp tasdik eden kimseye mü'min denir.
-Âmentü'de yer alan îmanî esaslardan veya Allah'ın uyulmasını farz kıldığı emir ve yasaklarından herhangi birine inanmayan kimseye kâfir denir.
- Dışa karşı inanmış görünüp de kalbinden inkâr eden kimseye münâfık denir.
İmanın Mahiyeti Nedir?
İmân, mâhiyet itibariyle, Allah'ın insanlara en büyük lütuf ve ihsanıdır. Allah onu dilediği kullarına nasib eder. Ne var ki bu nasiplenmede, kulun hiçbir rolünün olmadığı da söylenemez.
Bil'akis, insan önce kendi tercih ve iradesini kullanarak, îman ve hidâyete istekli olacaktır. Bu talep ve istek üzerine Cenâb-ı Hak da ona îman ve hidâyet nasip edecektir. Bu sebeble İslâm büyükleri îmanı, "Cenâb-ı Hakk'ın, istediği kulunun kalbine, o kulun cüz'î irade ve ihtiyarını sarfetmesinden sonra koymuş olduğu bir nûrdur" diye tarif etmişlerdir.
İmanda Mertebe ve Gelişme Söz Konusu mudur?
Bir çekirdek, nasıl büyüyüp ağaç olana kadar büyük bir gelişme ve inkişaf gösteriyorsa, îman da öyledir.
İslâm âlimleri, imânı önce iki mertebeye ayırmışlardır:
1- Taklidî îman,
2- Tahkikî îman...
Taklidî îman: Ana - babadan, hocadan, muhîtten duyduğu ve öğrendiği şekilde, mes'ele üzerinde hiçbir akıl yürütmeden îman esaslarına bağlanmak demektir. Taklidî îman, inanç esaslarına, şuuruna ve teferruatına vâkıf olarak bir inanma olmadığı için, bilhâssa bu zamanda bâzı şübhe ve vesveselere mâruz kalabilir ve sarsılıp yıkılma tehlikesi geçirebilir:
Tahkikî îman ise: İmâna âit bütün mes'eleleri delilleriyle, tafsilâtlı ve teferruatlı bir surette bilmek, tasdik etmek, tereddütsüz inanmaktır. Böyle bir îman şüphe ve vesveseler karşısında sarsılıp yıkılmaktan kendini koruyabilir.
Tahkikî îmanın da pek çok mertebesi vardır.
Bu mertebeleri İslâm âlimleri başlıca üç kısma ayırmışlardır:
1- İlme'l-yakîn mertebesi: İmânî mes'eleleri ilmen, tam teferruat ve tafsilâtıyla, delilleriyle bilmek ve inanmaktır.
2- Ayne'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri gözle görmüş, doğruluklarını bizzat müşahede etmiş gibi bilmek ve inanmaktır. Gözle görmekle ilmen bilmek, insana kanaat vermesi bakımından çok farklıdır. İnsan bir şey'i tereddütsüz, kesin olarak bilebilir, ama bir de gözleriyle görünce kanâatı kat kat artar. Amerika'nın varlığını ilmen bilmekle, bizzat görmek gibi... İşte îmanın ayne'l-yakîn mertebesi de, îman esaslarına gözle görmüş kat'iyetinde inanma hâlidir.
3- Hakka'l-yakîn mertebesi: İmanî mes'eleleri görmekten ayrı, bizzat yaşayarak, içine girerek kabûl ve idrâk etmek demektir. İmanın bu üç mertebesini îzah bakımından şöyle bir misal verilmektedir: Bir yerden duman yükseldiğini uzaktan görmekle insan bilir ki, o yerde ateş yanmaktadır. Dumanı görmek suretiyle ateşin varlığını bilmek, ilme'l-yakîn inanmaktır. Sonra, duman çıkan yere gidip ateşi gözümüzle gördüğümüzü farzetsek, bu da ateşin varlığına ayne'l-yakîn inanmaktır. Bir de ateşin bizzat yakınına gidip sıcaklığını hissetmek, elimizi aleve doğru tutup yakıcılığını duymak suretiyle ateşin varlığını bilmek vardır ki, buna da hakka'l-yakîn inanma denilir.
Günümüzde Taklidî İman Kâfi midir?
Yukarıda belirttiğimiz gibi bu zamanda taklidî îman pek çok vesvese ve şübhelerle karşılaşmakta ve o şübheler karşısında sarsılıp yıkılmaya mâruz bulunmaktadır. Taklidî îmanın eskiden yeterli olduğu halde, günümüzde yetersiz kalış sebebini, Ali Fuad Başgil, şu şekilde îzah etmektedir:
"İnsanlar her devirde din ve mâneviyat kuvvetine muhtaç olmuşlardır. Fakat bu ihtiyaç, zamanımızda bir zaruret hâlini almıştır. Eskiden atalarımız gayet basit bir din bilgisi ve görenek hâlinde "taklidî" bir îman ile rahatça yaşıyorlardı. Çünkü onlara bütün içtimaî muhît (çevre) mâneviyat telkin ediyordu. Bugün durum tamamıyle değişmiştir. Din duygusu zayıflamış, eski dinî hürmet terbiyesi yerini, küstahca bir saygısızlık almıştır. Bugün aile daralmış ve bağları gevşemiştir. Aile yükü sırf karı-kocanın omuzlarına çökmüş, ana-babalar iktisadî ihtiyaçlar karşısında çocuklarının dinî terbiyesine yetişemez olmuşlardır. Öbür taraftan mektep ve üniversiteler âdeta din aleyhtarı propaganda ocakları hâlini almıştır. İnatçı münkirlerin tezyif ve temerrüdleriyle bir kat daha bulanıklaşan böyle bir hava içinde, bugün artık basit bir din bilgisi kâfi gelmez olmuştur.
Din nedir? İlim ile münasebeti nedir? İlim karşısında bugün din ne yapmalı ve nasıl bir vaziyet almalıdır? gibi sorular, şimdi her zamandan çok zihinleri tırmalamaktadır. Hususiyle aydın gençlerin bu soruların cevaplarını bilmeye ihtiyaçları vardır."
Gerçekten de, bugün verilecek bir din bilgisinin ve îman dersinin ilimle îmanı mezceden, akıl ve mantığa îmanî mes'eleleri kabûl ettiren tahkikî bir muhtevâda olması şarttır. Yoksa, basit bir din dersi, görenek hâlindeki taklidî bir îman bilgisi, günümüz insanlarını - özellikle de gençlerini - tatmîn etmekten çok uzak kalacaktır.
Kaynak: sorularla islamiyet sitesi
Kaynak: sorularla islamiyet sitesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)