misal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
misal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4.10.12

İnsan ve Bilgisayar Hafızası Üzerine Bir Tefekkür

İnsan beyni bilgisayar denen aletin çok ötesinde. Çok daha kompleks. Çok daha iyi bir mimarisi, çalışma biçimi var. Kıyas kabul etmez derecede üstün. 

Buna rağmen hafıza alanında bilgisayara kıyasla son derecede zayıf. Bir bilgisayar milyolarca kitabı harfiyen hafızasına alabilirken bizler belki bir sayfayı zor hafızamıza alabiliyoruz.

İnsan beyni bu kadar üstünken, beynin bir cüzü olan hafıza fonksiyonun konusunda, genel toplamda bariz üstün olduğu bilgisayara karşı bu kadar zayıf olması diyor ki, bu iş muhakkak bir hikmete binayen! Hatta, cahilane ve gelişigüzel "bir" dediysek de; bilemediğimiz sayısız hikmetlerinin olduğu, biz cahiller için olmasada, alimler-arifler-berrak zihinler için aşikardır.

Sayısız hikmetten biri de ilim öğrenmedeki gayret olgusu olsa gerek. 

İlim öğrenmedeki gayretin de sayısız incelikleri var tabii. Bu sayısız inceliklerden aciz gözler ve bulanık akıllarla ve kuşkusuz Allahın rahmeti, dilemesi ve yardımıyla acizane görebildiğimiz on küsür tanesini aşağıda yazmaya çalıştık. İnsana kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini öğreten Allah'a hamdolsun. Daha sonra da sonsuz ilim deryasında Allah'ın dilemesi ve ihsanıyla seyrü sefer eden tefekkür gemimizin akıl yelkenlerini rahmet rüzgarlarının doldurmasıyla, dümeni rüzgara bırakarak uğradığımız, feneri nurdan incelik limanlarını, düşünce israfı olmasın diyerek, kendi nefsimizi muhattap almak suretiyle yazarak kaydettik. Bize bilmediğimizi bildiren, kendini bildirmeyi murad eden, rehberleriyle-üstadlarıyla yol gösteren, tüm mülk ve saltanatın gerçek-tek ve mutlak sahibi Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:

1.incelik:
*İlim öğrenirken sarf edilen çaba, girişilen mücadele, o ceht ne güzel. İlim zaten güzel, ilim için harcanan gayret ise ilmin güzelliğine güzellik katıyor, adeta onu bin bir sanatın sergilendiği eşsiz bir taç ile taçlandırıyor. Eğer insan hafızası bilgisayarınki kadar kuvvetli olsaydı ilmin gayret tacı eksik kalırdı. İlim çok değerli bir ziynetinden, ve bir de onu bezenmekten mahrum kalırdı. Bir ziynete sahip olmak nasıl bir zevkin hasıl olmasına sebebiyet veriyorsa, ziyneti bezenmek de ve ziyneti bezemek de ayrı zevklerin hasıl olmasına sebebiyet verir. İlim tacını gayret pırtlantalarıyla bezeyen alim, hem pırlantalara sahip olmaktan, hem onları ihtiva eden tacı bezenmekten, hem de o pırlantalar ile eşsiz tacını bezemekten ayrı ayrı zevk alır.

2.incelik:
* Hem ilmin değeri de, Sonsuz İlim Sahibi Yüce Allah tarafından önüne koyulan hafıza ve gayret duvarıyla bir kademe daha arttırılır. Nasıl ki zor ulaşılabilen bir malın fiyatı yüksek olur, işte gayret ile de ilmin kıymeti ziyadeleşir, fazla olur. Hatta; alalade bir mala dahi zor ulaşıldığında karaborsa pazarı oluşur ve  kıymeti son derece artar, o halde hiç mümkün mü ki insanın ebedi hayatının yegane sermayesi olan ilim için harcanan gayret onun kıymetini arttırmasın? 

3.incelik:
*İlme sahip olmak için harcanan gayret ilim sahibinin değerini daha da arttırır. Zor işlerin işçisi piyasada daha az bulunur ama daha değerlidir, kıymeti işin zorluğuna göre artar. Zor bir işi halleden işçi, alalade bir işi halleden işçiden hem işçiler nazarında hem de patron nazarında daha kıymetlidir. Hele ki patron nazarında bu işçinin yeri farklıdır. Patron ona herkese göstermediği alakayı gösterir, belki herkesin giremeyeceği odasına alır, ona orada izzet ikramda bulunur.  İşte öyle de ilim sahibi değerlidir, kıymetlidir. Hemen bulunmaz, her yerde karşına çıkmaz. İlim herkesin hemen sahip olabileceği bir şey olsaydı ilim sahibinin değeri diğer insanlar nazarında da belki bu denli olmazdı.

4.incelik:
* Hem hiç mümkün müdür ki son derece kıymetli, paha biçilemez bir şey olsun da etrafında hiçbir koruması olmasın. Nasıl ki bir esnaf dükkanını bir kepenk ile, nasıl ki bir tüccar malını bir güvenlik kamerası ile, bir çiftçi bostanını bir çit ile koruyor, öyleyse ilim de unutkanlık duvarlarıyla korunuyor, ki ona layık olmayanların büyük bir kısmı ilim gibi paha biçilemez bir hazineye ulaşamasın.

İnce Bir Nokta
Evet, bir saray düşünün, etrafında hiç duvar yok, içinde işe sayısız hazineler var. Bu saraya dört bir taraftan eşkıya fütursuzca hücum etmez mi? Eşkıyalığını gizleme gereği dahi duymadan palas pandıras hazine dairesine dalmaz mı? O güzelim hazineler hiç de hak etmeyen cahil ve kaba eşkıyaların eline geçmez mi? Elbette geçer. Bu yüzden bir saray duvarsız olmaz. İlim saraylarının duvarları gayret ile örülmüştür. Zaten hiç mümkün müdür ki eşsiz bir saray olsun da eşkiyaların girmemesi için etrafına bir duvar yapılmasın. 

5.incelik:
*İlim için harcanan gayret ilimden alınan zevki arttırır. Evet nasıl ki emeksiz kazandığın bir arabayı kullanmaktansa kendi emeğinle ve alın terinle kazandığın arabaya binmek insana daha fazla keyif verir, işte gayretle öğrenilen, damla damla biriktirilen ilim de insana daha fazla keyif verir. Hatta daha fazla keyif aldıkça kişi ilme daha da fazla gayret gösterir.

6.incelik:
*Harcanan gayret de ayrı bir keyfe dönüşür. Gayret duvarları geçilirken harcanan emek, verilen tatlı mücadele ve çaba saraya girildiğinde hoş bir anıya dönüşür. Sarayda geçmişe ait tebessümle bahsedilecek bir hikaye olur. İnsan o çabayı sarf ederken ki tatlı sıkıntısını unutur, o tatlı sıkıntının tatlılığını hatırlayarak mutlu olur. 


7.incelik:
*Kimin gayret gösterip çalışacağını, kimin ise tembellik edip gaflet çukuruna düşeceğini belli eder. Evet, aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Çalışacağım, ya da çalışırdım diyen her kişi çalışmaz, bu yolda gayret her kişinin harcı değildir, er kişinin harcıdır.

8.incelik:
*Gayret duvarları, ilmi dünyası için arzulayanın kederini arttırır. Onu elemli ve ızdıraplı bir meşekkate düçar eder.

9.incelik:
*Gayret duvarları, kazayla yapılacak  herhangi bir saygısızlığı, densizliği, ölçüsüzlüğü, nezaketsizliği,  kabalığı, edepsizliği ve  görgüsüzlüğü önler.

Gayret duvarları geçilirken sarayla ilgili, sarayın adabıyla ilgili malumat da edinilir. Şöyle ki, saraya kapısından girdikten sonra karşılaştığınız insanlarda dışarıdaki insanlardan farklı hal ve hareketler müşahede edersiniz. Bakarsınız ki, gelişigüzel ve başıboş değiller, belli bir edep ve görgü üzerineler. Halleri sıradan, alalade, günlük, her yerde görebileceğiniz haller değil. Seni de etkisine alan ayrı bir endamı ve keyfiyeti olan elit ve seçkin haller. Sarayda dışarıdaki nizamdan farklı, yalnızca içeridekilerce bilinen ve yaşanan hoş bir nizam var. Dikkatini çeken bu nizama sen de uymaya çalışırsın, kendi hallerini bu hallere benzetirsin. Zaten insan tabiatı-fıtratı da bunu gerektirir. Böylece sarayın adabını saray sahibinin huzuruna çıkmadan, onun sofrasına oturmadan ya da onun hazinelerinden hediyelere mazhar olmadan önce öğrenirsin, istemeden de olsa; seni utandıracak ya da saraydan kovulmana yol açacak bir harekette, bir densizlikte ve yol bilmezlikte bulunmazsın.

10.incelik:
*Asıl maksadının ne olması gerektiğini bilmeyen bir şaşkın isen saraya varmadan karşılaşacağın gayret duvarlarını geçerken aklın başına gelebilir, niyetini ve dolayısıyla da akıbetini düzeltme şansın olur. Asıl saraya girene kadar karşılaştığın sanatlı manzaralar, ulvi şahsiyetler seni irşat eder, sana üstad olur.

11.incelik:
*Gayret duvarlarını aşarken candan bir yoldaş, hoş bir arkadaş, sadık bir; belki de bin dost edinebilirsin. Hem bu arkadaş daha candan, daha kıymetli olur. Nasıl ki askerlik meşakkatinde, hayatla yeni tanıştığın dönemlerinde karşılaştığın meşakkatlerde, ya da sayısız diğer dünya meşakkatlerinde güçlüğü birlikte aştığın arkadaşın diğerlerine göre daha candan ve kıymetli oluyor ve hatta belki kardeşlik makamına terfi ediyor, işte bu gayret duvarları da sana böyle dostlar kazandırır. Onlarla kurduğun dostluğun lezzeti daha güzel olur. O yolda birlikte yürümek daha tatlı gelir.

İnce Bir Nokta
Her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. Muhakkak her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır. O halde bir duvar kapısız olmaz. Ama kapalı ama açık bir kapısının, bir geçişinin olmadığı duvar yoktur. Sarayın sahibi tarafından davet edilenler, sarayın sahibinin davetçilerinden hoş bir davet alıp davete icabet edenler, saraya layık ziyaretçiler elbette bu kapıda güzel karşılanırlar, elbette hüsnü kabul ile içeri alınırlar. Yeter ki niyetleri tam olsun, akıbetleri de hayır olur.

12.İncelik
*Bir duvar kapısız olmayacağı gibi bir kapı da yolsuz olmaz. Bir kapı varsa bu kapıdan geçen bir yol mutlaka vardır. Aksi halde kapı anlamsız ve manasız olurdu. Hiçbir şeyin, en küçük bir taşın tuğlanın bile anlamsız ve abes olmadığı bu menzilde konulmuş anlamsız ve manasız bir kapının olması ise mümkün değildir. Bir taş bile anlamsız ve boş değil iken taşa göre daha büyük olan kapının anlamsız ve boş olması mümkün değildir.

13.İncelik

*Son derece büyük bir sarayın sadece bir rehberi olmaz, belki bir rehberi azamı olur. O rehberi azam kardeşlerine ve talebelerine ders verir. O rehberi azamın da kardeşleri ve talabeleri gelen geçene rehberlik eder, yol gösterir. Bu kadar yolcusunun durmadan gelip geçtiği, talibinin ve meraklısının bu kadar fazla olduğu bir sarayın da elbette bir değil birçok rehberi olur. Bir değil birçok klavuzu ve haritası olur. Onlardan hangisine uyarsan kapıyı bulursun. O rehberleri tam bir uyum içinde bulursun. Öyle ki birsinin söylediğini diğeri yalanlamaz. Kendilerini görevlendiren O Saltanat Sahibini ve O'nun sarayını ve hazinelerini anlatırlar da anlatırlar.  Hem bunun için ücret de talep etmezler.

14.İncelik
*Böylesine büyük bir sarayın rehberi, senin gibi aciz ve sefil bir yolcunun vereceği ücrete ya da bahşişe tenezzül etmez. Çünkü onu görevlendirenin hazineleri o derece çoktur ve eşsizdir ki, herhangi bir bahşişe ya da ücrete tenezzül etmek, hem ücret verme işi esas kendisine ait olan saray sahibine, hem vazifesinin yüksek makamına, hem de kendi şahsına hakaret olur. Böylesine büyük bir memuriyete mazhar olanın, layık görülüp vazifelendirilenin de böyle bir hataya düşmesini elbette akıl kabul etmez. 


15.İncelik
*Bir yol rehbersiz olmaz. Yolu yaptıran mutlaka yola rehberini, gelen geçenin göreceği tabelalarını, rehberlerini koyar. Yoksa yolun varlığı anlamsız ve beyhude olurdu. Her şeyin bir anlamının olduğu bir yerde bu kadar geniş ve uzun bir yolun anlamsız ve amaçsız olması mümkün değildir.

16.İncelik
*Bir rehber delilsiz ve işaretsiz olmaz. Rehberde, rehberin gerçekten de rehber olduğunun nişaneleri, emareleri ve delilleri gözükür. Onun hal ve hareketleri rehberliğine delildir, Sarayın Ulu Sahibi tarafından kendisine takılan süsler ve armalar onun rehberliğine delildir, rehberin öğrencilerinin şahitlikleri rehberin rehberliğine delildir, rehberin dediklerini yaparak kat ettiğin yol, aldığın mesafe rehberin rehberliğine delildir, rehberin sana gösterdiği ve hatta hiçbir ücret istemeden verdiği haritanın  saraydaki ve sarayın duvarlarındaki eşsiz sanata benzeyen ve bununla örtüşen mükemmelliği ve sanatı rehberin rehberliğine delildir. Ve hatta o klavuzu incelersen sadece onun içinde dahi sınırlı ilminle binlerce delil bulursun.

17.İncelik
*Gerçek bir klavuz seni yarı yolda bırakmaz. Bir klavuz düşün ki senin gibi aciz fakir ve kıymetsiz bir yolcunun eline verilmiş ama buna rağmen son derece kıymetli sanatlarla, inceliklerle, mucizelerle ve olağanüstülüklerle süslenmiş. O halde anlarsın ki bu derecede kıymetli bir klavuz senin gibi nispeten kıymetsiz bir yolcuya veriliyorsa seni son derece kıymetli bir yere götürecek, senin kıymetini ve şerefini son derece arttıracak ve yükseltecek, ve hatta nasıl ki klavuz seni incelikleri ve mucizeleriyle şaşırtıyor ve kendine hayran bırakıyorsa seni yükselteceği ve götüreceği makam da seni öyle şaşırtacak ve kendine hayran bırakacak. Öyle ki kendini seyretmekten zevk alacaksın. Eğer klavuzun seni ulaştıracağı menzil alalade, sıradan ve kolay ulaşılabilecek bir menzil olsaydı, o zaman hiç bu klavuz bu kadar mükemmel ve sanatlı bir klavuz olur muydu?

18.İncelik
*Sarayın sahibi elbette bilinmek ister. Tanınmak ister. Eşsiz ve hayret uyandırıcı sanatını ve eserlerini göstermek tanıtmak ister.

19.İncelik
*Sarayın sahibi bilinince elbette anılmak iste. Hatta bilinmesine layık bir şekilde anılmak ister. Nasıl anılmak istediğini bildirir. Rehberlerin anmasıyla da diğerleri nasıl anacaklarını anlar. 

20.İncelik
*Sarayın sahibi anılınca kendisini ananlarda kendisini müşahede etmek ister, kendisindeki güzellikleri görmek ister. Hem onların hayranlıklarında ve övgülerinde kendisini görmek, hem de onların icraatlarındaki değişimle kendisini ve kendisinin etkisini görmek ister.

21.İncelik
*Sarayın sahibi o eşsiz ve akıl almaz sanatlarını, kendi acizane anlayabilen varsa ona daha yakından göstermek, onu daha da şaşırtmak ister. O geldikçe onun bilgisini arttırır, böylece gördüklerini daha iyi anlar, anladıkça O Yüce Saltanatın Sahibinin büyüklüğünü daha iyi kavrar. Daha iyi kavradıkça onu zikretmesi ve anması daha anlamlı olur, ve elbette daha kıymetli olur, ve daha fazla olur.

22.İncelik
*Sarayın sahibi, sanatından anlayanın çoğalmasını ister. Sanat sahibi, mülk sahibi sanatını görenlerin çoğalmasını ister. Şahadet edenlerin çokluğu her bir şahidin şehadetini daha da anlamlı kılar, daha da kuvvetlendirir. Bu kadar kuvvetli bir saltanat ve bu derece büyük bir sanat elbette kuvvetli bir şehadet, yani kuvvetli bir şahitlik ve tanıklık ister. Bu şahitliğe muhtaç değildir, sanatın değeri şahitleri ile ne artar ne de azalır, ancak ve yalnızca bilinir ve hayran kalınır.

23.İncelik
*Sarayın sahibi kendisine yakışır şekilde ikram etmek ister. Ki büyüklüğü daha iyi anlaşılsın. Şüphesiz bir fakirin ikramı ile bir zenginin ikramı bir olmaz. Zenginin zenginliği ikramında gözükür, anlaşılır. İşte şu kainat sarayının, evvel ve ahir tüm sarayların Rabbi olan Yüce Allah da ikramının çokluğu ve büyüklüğü ile kendi hazinelerinin, kuvvetinin ve kudretinin çokluğunu ve büyüklüğünü gösteriyor.

24.İncelik
*Sarayın sahibi ikram etmek için davet etmek ister. Ki icabet edene daha fazla ikram etsin. 

25.İncelik
*Elbette davetini kendisini temsil eden görevlileriyle yapar. Zaten böyle büyük bir mülkün sahibinin bizzat davet etmesi belki bir davet olmaz, o büyüklük reddedilemeyeceğinden bir zaruret olurdu. Hem böylesine büyük bir mülk bizzat davet etmemeyi, davete görevli memurlar ile daveti gerekli kılar. Hiç mümkün mü ki bir devlet başkanı bir büyükelçiyi başkanlık sarayına çağırmak istediğinde bizzat giderek davet etsin. Elbette bir memurunu, bir yaverini görevlendirir. Huzura çıkma şerefine erenler ise ancak davate hüsnü icabet edenler içinden olabilir.

26.İncelik
*Görevli, görevlendirene işaret eder. Görevlinin kıyafeti, bineği, nişanları, şaşası ve güzellikleri tümüyle onu görevlendirene işaret eder. Onu görevlendirenin güzel vasıfları ilk önce memurunda görülür. Bu görülenler de bu vasıfların asılları gibi olmasa da asıllarının ufak bir kopyası, bir imitasyonu hükmündedir.

27.İncelik
*Görevli elbette bir davetiye verir. Şık bir davet davetiyesiz olmaz. Şık bir baloya ya da toplantıya bile şu ucuz ve fani dünyada davetiye hazırlanmadan tertip edilmez. Evet çok ucuzdur bu dünya, sana ucuz gözükmese de çok ucuzdur. Ucuzluğunu belki şuradan anlayabiliriz: elli sene öncesini düşünsek, uğrunda ne emekler harcanan ne meşakkatlere girilen bir araba elli sene sonra nasıl da değersiz, nasıl da ucuz bir hurda hükmünde oluyor. Evet işte bu dünya da öyle ucuzdur ancak biz değerli zannediyoruz. Böylesine ucuz bir dünya daveti bile davetiyesiz olmuyorsa, kıyası dünya ile mümkün olmayan eşsiz bir davetin elbette bir davetiyesi olacak.

28.İncelik
*Davetiye elbette davet edene işaret eder ve ona layık olur. Nasıl ki bir davetiyenin şıklığı ve kalitesi davetin verileceği yerin şıklığına ve kalitesine işaret ederse işte Kur'an-ı Kerim'in harikalığı, eşsizliği, büyüklüğü ve mucizeleri de bize davet edildiğimiz yerin muhteşemliğini, eşsizliğini, büyüklüğünü ve güzelliğini gösteriyor ve ispat ediyor.

29.İncelik
*Davete icabet etmeyene elbette öfke hasıl olur. Hiç mümkün mü ki; değersiz, aciz, fakir birisi önemli zengin ve kudretli birisi tarafından iyiliğe ve güzelliğe davet edilsin de, icabeti küçük gördüğünde öfke ve celal hasıl olmasın.

30.İncelik
*Davete gelip ikramı görüp yüz çevirene elbette daha fazla öfke hasıl olur. Evet, bunca aczine ve fakrına ve bir de üstüne üstük ikramları görmesine , rehberleri işitmesine, o eşsiz klavuzu müşahade etmesine rağmen davete burun kıvırmış bir şaşkına öfkelenmemek mümkün değildir. Bu sanki gördüklerini örtercesine inkar eder, hakikatı perdelemeye, hakikatın üzerini örtmeye çalışır. Ancak nasıl ki bir güneşin ışığı engellenemezse bir hakikatın nuru da söndürülemez.

31.İncelik
*İkram sahibinin bunca ikramına mazhar olan ama yine de ikram sahibinin büyüklüğünü anlamayıp kendini büyük görene elbette daha da fazla öfke hasıl olur. Evet, bu akılsızların da akılsızı belki rivayeten duyarak, ya da gözleriyle görerek haberdar olanlardan daha da fazla bizzat tadarak ikramı müşahade etmesine rağmen yine de büyüklük taslarsa, işte bu münafıklık da aşağıların en aşağısında olmayı ve en büyük öfke ve gazaba uğramayı hak eder. 

32.İncelik
*Elbette celal ve öfke cezayı gerektirir. Ceza da elbette öfkenin büyüklüğüne göre olur. Öfke de elbette suçun büyüklüğüne göre olur. Suçun büyüklüğünü anlamak istesen, davet edenin zenginliği ve mülkü ile davet edilen ama davete hüsnü icabet edemeyen bedbahtın zenginliği arasındaki farka bakabilirsin.

33.İncelik
*Elbette kusur ve ayıp fidyeyi, kefareti gerektirir. Belki pişmanlık gözyaşlarını, belki de pişmanlık sonrası işlerini ve gayretini bir fidye, bir kefaret hükmüne sokar, ki kendini affettirirsin. Ne de olsa acizsin, fakirsin. Eğer düşünürsen pişmanlık ve tövbe ile fidye ve kefaret en kolayı senin için.

34.İncelik
*Elbette pişman olan ile pişman olmayan bir olmaz. Pişman olup af dileyen ile kibirlenip büyüklenen bir olmaz. Elbette pişman olup af dileyen samimiyetine göre bir şefkat ve merhamet ile karşılaşır. Elbette kibirlenip büyüklenen de aslında sahip olduğu küçüklük ile büyüklenmesi arasındaki fark nispetince öfkeyi ve cezayı hak eder.

35.İncelik
*Elbette kusur sahibi bir aracıya müracaat eder, aracılık ister. Kusurunun affı için kolaylık ister.

36.İncelik
*Elbette aracı herkese aracılık etmez. Reddedilmeyi herkes için göze almaz.

37.İncelik
*Elbette kendisine aracılık edilen her kişi affa uğrayacak diye bir kaide yoktur, uğramaya da bilir. Çünkü hükmün sahibi tektir. Nasıl ki koca sarayı idare eden tektir ve bu gösteriyor ki sahibi de tektir, öyleyse hüküm de sadece O'nundur ve O dilediğini affeder, dilediğini affetmez. 

38.İncelik
*Elbette aracılığı aracılığa en layık olan yapar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...