Kıbrıs'ın Erenköy bölgesinde Türk Mukavemet Teşkilatına (TMT) mensup Kıbrıs
Türklerinin Rum ordusuna karşı verdiği vatan ve namus kavgasıdır Erenköy Direnişi.
Erenköy ve çevresindeki Türk köyleri, toplamda bin kişilik nüfusu ile
sırtını dağlara vermiş, denizle buluştuğu yerde doğal limanı olan eski bir Türk
yurdudur. Yunanlılarla birleşme hayali kuran radikal Rumların Kıbrıs’taki taciz
ve cinayetleri yıllardan beri sürmekteydi. 1958 yılında Erenköy yolunda, işten
ev dönen Türk maden işçilerine Rumlarca pusu kurulup ateş açılması da bunlardan
sadece biriydi.
Takvimler Aralık 1963’ü gösterdiğinde Kıbrıslı Türklere karşı şiddetli bir
Rum saldırısı başladı. O zulüm günlerine Kanlı Noel adıyla anılacaktı zira 103
Türk köyü Rumlarca basılmış, 364 Türk gözü dönmüş vahşilerce şehit edilmiş,
binlercesi yaralanmıştı. On binlerce Türk köylerinden göç etmek zorunda
bırakıldı.
Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın ailesi de evlerinde, sığındıkları banyonun
küvetinde, birbirlerine sarılmış halde çoluk çocuk demeden Kanlı Noel’de şehit
edilmiştir. Türk ordusuna hizmet eden bu kıymetli aileye reva görülen zulüm
hiçbir Türk evladının hafızasından bir an olsun çıkmamalı. Daha annelerinin hazırladığı kahvaltı sofrası içeride duruyorken çocuk
yaşta şehit edildi Murat, Kutsi ve Hakan.
Binbaşı Nihat, eşi ve çocukları katledilirken vazife başında, Rum
mezaliminden yaralı kurtulan Türkleri tedaviyle meşguldü. Kendi ailesinin de
katledileceği hiç aklına gelmemişti. Katliamdan üç gün sonra Binbaşı Nihat’a Türk büyükelçisi, “Başın sağ olsun, eşin ve çocuklarını
Rumlar katletmiş” dediğinde ilk sözü, “Vatan sağ olsun” oldu. Evlatlarının
kanlı vücudunu kendi elleriyle yıkadı. O ev 'Barbarlık Müzesi' adıyla Türk
evladının ibretine sunulmuştur.
1. Binbaşı Nihat'ın eşi ve çocukları
1 Ocak 1964 tarihli Daily Herald gazetesinin İngiliz muhabiri olayları
şöyle bildirmiştir:
Türk evlerine
geldiğimde dehşete düştüm. Duvarlar dışında tamamen yok olmuşlardı. Bir napalm
saldırısının bile bu kadar büyük bir yıkım yaratabileceğinden şüphe etmekteyim.[1]
Yaşlı, genç, kadın, çocuk, kadın, erkek ayırt etmeden kundaktaki bebeğe
kadar kurşunlayan katiller silahsız rehineleri de katletmekten geri durmadı. Namusundan
ve canından yana emniyeti kalmayan Kıbrıs Türkünün varoluş mücadelesinde, silahlı
direnişten başka çaresi kalmamıştı.
Bu şartlar altında doğal bir liman olan Erenköy, Kıbrıs’a ana vatandan
gelen silahların toplandığı ve dağıtıldığı bir ikmal merkezi haline gelmişti.
Silah sevkiyatı Rum istihbarat raporlarına da girdi. Keşfin ardından Rumlar
Erenköy ve civarındaki köyleri kuşattı. Gafil Rum komutanı Grivas “Türkleri
nasıl denize dökeceklerini(!)” göstermek için tüm dünya gazetecilerini
kuşatmaya davet etmişti. Hücum gemileriyle, toplarla, zırhlı araçlarla iki bin
Rum Ağustos 1964’te kuşatmayı başlattı. 3 Ağustos sabahı karadan havan topları,
denizden top ve ağır makineli atışlarıyla Türk mevzilerine saldırı başladı. Rumlar
önce yolları tuttu, sonra bölgeye hakim yüksek tepeleri ve su kaynaklarını ele
geçirdi. Ne kadar manidardır ki Barış Gücü(!) adı altında Yüksektepe mevkiinde
bulunan İsveçli askerler de mevzilerini Rumlara terk etti.
Mücahitlerle kader birliği eden Türk halkı; yaşlısı, kadını, çocuğuyla
mağaralara sığınmış, Rum ateşine direniyorlardı. Mücahitler çoğunlukla
Türkiye’de eğitim gören Kıbrıs Türk’ü üniversite öğrencilerinden oluşuyordu,
bir kısmı da İngiltere’deki eğitimini bırakıp gelmişti. Sayıları toplamda beş
yüz kadardı. Ana vatanda iki haftayı bulmayan bir silah eğitimi sonrası
gözlerini kırpmadan Erenköy’e, Rumlara karşı direnmeye gelmişlerdi. Devrin
mürekkep yalamış aydın Türk gençleriydiler. Aralarında ileride Kıbrıs Türk
Direnişi liderlerinden olacak Rauf Denktaş gibi isimler de bulunuyordu. Başlarında
Albay Rıza Vuruşkan vardı.
Rumlar çelik zırhlarının arkasından saldırıyor, Türk mücahitler iman dolu
göğüslerini siper etmiş mevzilerinden ateşle karşılık vererek direniyorlardı.
Rumların silah ve sayı üstünlüğü vardı. Mücahitler vuruşa vuruşa sahildeki son
köy olan Erenköy’e kadar çekilmek zorunda kaldılar. Artık çember iyice
daralmıştı. O anlarda kahraman Türk komutanı Vuruşkan etrafındaki mücahitlerle
birlikte Ankara’ya son telsiz mesajını iletti:
“Düşman
saldırısı bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Rumlar
kesin sonuç almak kararındadır.
Yarın
sabaha kadar direnebiliriz.
Yardımımıza
gelemezseniz bunu engelleyen, büyük milli bir neden olduğuna inanarak
öleceğiz... Vatan Sağ Olsun.”[2]
Ana vatan bu son çağrıya kayıtsız kalmadı, kalamadı. Hangi Türk evladı
kardeşini yardımsız bırakır? 7 Ağustos’ta Ankara “mevzilerinizi işaretleyin”
mesajını iletti. Mücahit ve düşman mevzileri önce keşif jetleriyle belirlendi.
Semada beliren Türk jetlerini gören mücahitler birbirlerine sarılıp sevinç
gözyaşları döküyordu. Halk büyük bir sevinçle mağaralardan çıkıp Türk jetlerine
sevgi gösterisinde bulundu. Köylülerden, “Madem Türk milleti bizi yalnız
bırakmadı biz de burada sonuna kadar çarpışıp ölürüz”[3]
diyenler oldu. Göğü yırtan Türk jetlerinin korkunç sesi Rum saldırısını
durdurmuştu. Mevzileri belirleyen jetlerimiz ana vatana dönerken Rumlar bunun
sadece bir korkutma ve ikaz olduğu kanısına vardı. O gece saldırılarını daha da
şiddetlendirdiler. 8 Ağustos’ta Türk jetleri tekrar semada belirdi. Uyarılara
rağmen saldırılarını durdurmayan Rumların mevzileri Türk jetlerinden atılan
bomba ve roketlerle darmadağın edildi. Her yerden Türk bombalarının ateşi ve
dumanları yükseliyordu. Türk ordusu cehennem olmuş gökten Rum’un üstüne
yağıyordu. Aynı esnada Rum hücum gemileri de ateş altına alındı. Rumlar bir
taraftan kaçış manevraları yapıyor bir taraftan da uçaksavarlarla karşılık
veriyordu. Eskişehir’den kalkan Türk jetleri de Erenköy’e kuzeyden ulaştı.
Komutadaki Türk Pilotu Yüzbaşı Cengiz Topel limandaki Rum askeri malzemesi
taşıyan gemiye dalışa geçti ve bombasını bıraktı. Havadan hücumu izleyen diğer
pilot telsizde “Helal olsun komutan, vurdun!” diye haykırdı. Rumların iki hücum
gemisinden biri olan Aryon yine Cengiz Yüzbaşı’nın makineli top ve roket
atışlarıyla vuruldu, hasar alarak deniz üzerinde kaçış manevraları yapmaya başladı.
Korkusuz pilot Cengiz Yüzbaşı’nın jeti taarruz için alçaldığı esnada, Amerikan
bayrağı çekilmiş yük gemisine gizlenen bir uçaksavarın ateşiyle isabet aldı.[4]
Türk jetlerinin telsizlerinde şu konuşmalar geçti:
Pilot Üsteğmen
İzzet : Cengiz Yüzbaşım uçağından dumanlar çıkıyor, atla! Yüzbaşım, cayır cayır
yanıyor atla!
Pilot Yüzbaşı
Mehmet : Tamam atladı.
Pilot Üsteğmen
İzzet : Paraşütü açıldı.
Türk jetleri aman vermiyor, Rum gemilerine ölümcül dalışlar yaparak
makineli top mermisi ve roket yağdırıyordu. Çok geçmeden Cengiz Yüzbaşı’nın
uçağını vuran savaş gemisi Feton Gemikonağı limanında Türk jetlerince imha
edildi. Ölü ve yaralılarını da alıp gemilerinden kaçmak zorunda kalan Rumlar,
karaya oturmuş gemilerinin cayır cayır yanışını izlemek zorunda kaldı.
[1] Stephen, Michael. The
Cyprus question (1997), The British-Northern Cyprus Parliamentary Group, sf. 15
[2] Kaynak: Mehmet Salih
Emircan'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Tören, Bayram ve Anma Günleri
kitabının ikinci baskısı
[3] Türk Havacılığında İlkler
Belgeseli (Sinemis OĞUZ) – Rauf Denktaş ropörtajı
[4] T.M.T.’den Kıbrıs Cengiz
Köylü Cemal Soyer’in, Soner Yüksel’e verdiği özel ropörtaj.