bela ve musibet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bela ve musibet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21.9.11

Musibet Anında Tesbihat

Tanıdığım birisine bu sene Ramazan ayının başlarında bir musibet isabet etti, büyük bir iftiraya maruz kaldı. Musibet ilk çarptığı anda aşağıda anlatacağım şu tesbihatı yaptı ve çok faydasını gördü:

Estağfurullah, Ya Sabır, Elhamdülillah, Allahu Ekber, Estağfurullah, Ya Sabır, Elhamdülillah, Allahu Ekber, Estağfurullah, Ya Sabır, Elhamdülillah, Allahu Ekber,  Estağfurullah, Ya Sabır, Elhamdülillah, Allahu Ekber, Estağfurullah, Ya Sabır, Elhamdülillah, Allahu Ekber...

Birinci olarak musibetin etkisiyle bilerek ya da bilmeyerek günaha girmiş olabileceğini düşündü, Estağfurullah dedi, Allah'a istiğfar etti, Allah'tan günahlarının bağışlanmasını diledi.

İkinci olarak Allah'a Sabır ismiyle yalvardı, aniden vuran musibete karşı; sabrın yaratıcısı ve sahibinden sabır dilendi, Ya Sabır..

Üçüncü olarak Elhamdülillah dedi ve gelen musibete sabrının şükrünü eda etti. Kendisi dünyası ve ahireti için dilediği vakit afiyet diler ama bir derde uğradığında da bunun Allah'tan geldiğini, derdi ve sıkıntıyı Allah'ın yarattığını, tüm bunların Allah'a yönelmek için birer vesile, birer araç olduğunu da gayet iyi bilir. Bu nedenle de dedi; Elhamdülillah..

Son olarak da Allahu Ekber dedi. Allah büyüktür, vekilim odur, bizler onun kullarıyız; ve tekrar ona döneceğiz diye düşündü; ve Allahu Ekber dedi. Ekber olan Allah'dır, o halde tasaya gerek yoktur dedi. Görünüşte beni musibete düçar eden zalim insan ekber değil, Ekber olan Allah dedi ve Allah'a havale etti. Allah'a dayandı, ona güvendi.

Ve tekrar Estağfurullah dedi..Estağfurullah..

Sonra Ya Sabır,
                          Elhamdülillah,
                                               Allahu Ekber..

Kalbi yatışana kadar böyle devam etti.

En sonda da Allah tektir ve teki sever diyerek "la ilahe illallahu vahdehu la şerike leh lehü`l`mülkü ve lehü`l-hamdü ve hüve ala külli şey`in kadir. (Allah`tan başka ilah yoktur, O tektir, O`nun ortağı yoktur, mülk O`nundur, hamd O`na aittir. O, herşeye kadirdir)" diyerek tesbihatını teke tamamladı.

Sonradan anladık ki, zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah, o bu tesbihatı yaparken ona (göstere göstere) nimetlerinden öyle bir nimet isabet ettirdi ki, ömrünün sonuna kadar sırf bu nimetin şükrünü yapmaya çalışsa yine de şükrünü hakkıyla eda edemez. İnşallah nimete erişen nimeti zayi etmez..

Evet, bu olay yakın zamanda, kendi halinde birinin başına gelen bir haldi.

Ey halden hale çeviren Allah'ım, halimizi en güzel hale çevir ve ey kalpleri döndüren Allah’ım, Kalplerimizi dinin üzere sabit kıl..

Düşünüyorum da, Yüce Allah sabredene sabrının mükafatını; ya da daha doğru bir ifade ile mükafatının ihmal edilebilecek kadar küçük bir kısmını bu dünyada gösteriyorsa; her işinde olduğu gibi bunda da bir hikmet vardır. Biz ona iman etmişizdir ki; yaptığımız en ufak hayırlı bir iş dahi zayi olmayacaktır. En ufak bir sabırın bile mükafatını ötelerde kat kat alacağız. Dolayısıyla, sabrının zayi olmayacağını bildiğinden, mükafatının ne zaman geldiği; kavuşacağın nimet açısından fark etmez. Öte taraftan; sabrın arkasından bu dünyada hemen gelen nimet kalbi tatmin eder, imanı arttırır. Ötelerdeki nimete olan inancı kuvvetlendirir. Bu çerçevede bakılacak olursa: musibete gösterilen sabrın mükafatı muhakkak vardır, ancak mükafat bu dünya da da olabilir, tamamen ahirete de ertelenebilir, bunu ancak her şeyi hakkıyla bilen (Yüce Allah) bilir ve takdir eder. Gelelim yukarıda anlattığım olayda mükafatın bir kısmının dünyada verilmesinin ya da daha doğru bir ifadeyle gösterilmesinin hikmetine. Şu zayıf aklımla akıl edebildiğim şudur; Yüce Allah yapılmış olan tesbihata kullarını özendirmek için bu tesbihatla sabredene nimetini (biraz da olsa) hissettirmiştir. Bu derece büyük bir nimetin isabet ettiğini gözüyle görmeseydi belki de unutkan olan unutacaktı ve bir sonraki musibette bu tesbihatı yapamayacaktı. Ayrıca, ikinci bir hikmet olarak, bu yazının yazılmasına da nimetin hızındaki ve büyüklüğündeki şaşırtıcılık sebep olmuştur. Bu yazıyı okuyan değerli kardeşim, sen de başına bir musibet geldiğinde, ve ansızın çarptığında, öfkene hakim ol ve tesbihat yap. Ayrıca sabır ile ilgili Kur'an a müracaat et, hadislere müracaat et (ki hadislerde musibet geldiğinde neler yapılabileceği açıkça yazmaktadır), alimlere müracaat et ve son olarak da din kardeşlerine müracaat et. Bu yazı bir din kardeşinin başına gelen halin zekatıdır.

Örneğin (“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” okumanın 99 faydası vardır. En hafifi, kederi ve sıkıntıyı giderir) hadis-i şerifi bize sıkıntıdan nasıl kurtulacağımızı öğretiyor. Şüphesiz sıkıntıdan kurtulmak için izlenecek en hayırlı yol, bizim (Allah'ın izniyle) yol göstericimiz olan sevgili peygamberimizin yoludur. Metotların en hayırlısı onun bize öğrettiği ve kendisinin de uyguladığı metotlardır. Onun gösterdiklerinin gayrısındaki 1 milyon tesbihat belki onun  öğrettiği bir tesbihatın bir kere yapılmasından bile az tesirlidir. Bu noktayı da nazardan kaçırmamak gerek. Biz "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" demeyi de, "Estağfurullah" demeyi de, "Ya Sabır" demeyi de, "Elhamdülillah"  demeyi de, "Allahu Ekber" demeyi de; Yüce Allah'ın dilemesiyle o kutlu nebiden  öğrendik. Kalpleri dilediği gibi evirip çeviren Allah'ım, bizleri doğru yolundan ayırma.

25.7.11

İlimden mi İmandan Mı Bu Hal?

İslam barış ve esenlik dinidir. Müslüman olsun olmasın tüm insanları yeryüzünde kargaşa çıkartmadıkları sürece yaşatmayı hedefler. Müslümanları yaşatmayı hedefler ki; Allah'a daha fazla kulluk etsinler ve kendilerini kurtarabilsinler, müslüman olmayanları da yaşatmayı hedefler ki; bir gün hidayete erip müslüman olsunlar ve kendilerini ve kendilerinin soyundan gelecek evlatlarını cehennemden kurtarsınlar, hem bu dünyaları hem de ahiretleri mamur olsun.

Merhametlilerin merhametlisi peygamberimiz Allah'ın dini islamı yaymak için Taif şehrine gittiğinde ve orada hakkı ve doğruyu insanlara tebliğ ettiğinde, anlattığında, hak etmediği bir muamele ve zulümle karşılaştı. Hakarete uğradı, taşlandı. Ancak tüm bunlara rağmen Taif halkına kin gütmedi, eline güç geçtiğinde ve Taif'e muzaffer ordusuyla girdiğinde; Taif halkına eziyet etmedi, haksızlık etmedi. Şefkat ve merhametin ete kemiğe büründüğü şahsında böyle bir şey düşünülemezdi zaten. Peygamberimiz Taif'den taşlanmış, hakarete uğramış bir şekilde çıkarken melek geliyor ve ona dilerse Taif halkı üzerine Allah'ın gazabının indirileceğini söylüyor. Aman yarabbi.

O merhamet peygamberi, yol gösterici, hidayet rehberi, şefkatlilerin en şefkatlisi, kendisini peygamberlikle görevlendiren Allah'ına, kendisine bilmediğini öğreten Allah'ına, kendisi okuma yazma dahi bilmezken kendisine şimdiye kadar hiçbir insan kaleminin yazmadığı ilmi veren Allah'ına şöyle dua etti:

“Al­lâh’ım! Kuv­ve­ti­min za­afa uğ­ra­dı­ğı­nı, çâ­re­siz­li­ği­mi, halk na­za­rın­da hor ve ha­kîr gö­rül­me­mi Sa­na arz edi­yo­rum.
Ey mer­ha­met­li­le­rin en mer­ha­met­li­si! Eğer ba­na kar­şı ga­zap­lı de­ğil­sen, çek­ti­ğim mih­net ve be­lâ­la­ra al­dır­mam!
İlâ­hî! Sen kav­mi­me hi­dâ­yet ver; on­lar bil­mi­yor­lar.
İlâ­hî! Sen râ­zı olun­ca­ya ka­dar iş­te af­fı­nı di­li­yo­rum…” di­ye ni­yaz­da bu­lun­du. (İbn-i Hi­şâm, II, 29-30; Hey­se­mî, VI, 35; Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7)

Bizlerden birisine en ufak bir zarar dokunduğunda hemen sebep olan kişi ya da kişiler için kötü düşünürüz, onun başına türlü musibetlerin gelmesini temenni ederiz. Ne kadar da cahiliz. O musibetler gelse, hatta bizim hayal ettiklerimizin kat kat fazlası dahi gelse, bundan bizim yararımız ne olacak? Nasıl bir fayda elde edeceğiz? Başkasının başına gelen belanın bize ne bir faydası olur, ne de bir yararı dokunur. O halde bu bencillik neden? Neden Allah'ın rahmeti sadece bizim üzerimize olsun diyoruz da başkası için kötülük ve bela murad ediyoruz. Yoksa Allah'ın hazinelerinin, rahmetinin ve bereketinin sonsuz olduğuna inanmıyor musun? Onların biteceğini mi düşünüyorsun? Onların herkese birden yetmeyeceği fikrinde misin? Haşa, Allah'ın hazineleri, mülkü, nimetleri, rahmeti ve bereketi sonsuzdur, tükenmez. O halde bu bencillik niye, ey Nefs, bu bencillik niye? Yoksa inancında bir eksiklik mi var? Yoksa kalbinde daha yerine oturmamış taşlar mı var? Sen kendini beğenip dururken sende fark edemediğin bir kusur mu var? İmanın mı eksik?

Belki de ilminde eksiklik var. Belki de başına gelen bela ve musibetin senin günahlarına kefaret olacağını, karşılık olacağını bilmiyorsun. Eğer öyleyse bil ki şu dünyada başına gelen bela, musibet, eziyet, eza ve cefa senin için altından, elmastan, son model arabadan ve lüks malikaneden daha hayırlıdır, daha güzeldir, daha faydalıdır.  Başına gelen ve hoşlanmadığın olay senin günahına kefaret olur, seni temiziler. Bir de bunun hikmetini kavrayıp güzel bir sabırla sabredersen bu halin senin yükselmene vesile olur. Allah indinde, Allah katında değerin artar, bunun doğal sonucu olarak; Allah'ın yarattıkları arasında da değerin artar. Ey nefs, zaten sen hep şan, şeref ve yüksek derece isteyip durmuyor musun? İnsanlar içinde müstesna bir konumun hayaliyle hareket etmiyor musun? Bu amaçla türlü hallere girmiyor musun? O halde aklını çalıştır, sabır aracını iyi kullan. Allah katında değerin artarsa, şan ve şerefin olursa, güzel bir makamın olursa, şu değersiz dünya makamlarının, ünvanlarının ve şöhretinin ne önemi kalır ki? Sonsuzun yanında hiçin ne kıymeti vardır ki? Şu dünyada karşılaşılan bela ve musibet islam üzerine olan insan için bir rahmet olmasaydı bunca peygamber bunca sıkıntıya düçar olur muydu? Tüm bela ve musibetler inananlar için yükselmenin vesilesi olmuştur. Bir olay varsa mutlaka bunun bir sebebi olmalı,  mutlaka bu olaya vesile olan bir şey olmalı. Yükselmenin vesilesi de bela ve musibet olmuştur. Keza nimete şükür de yükselmenin vesilesidir. Bela ve musibetin Allah'tan geldiğine tam bir inançla inanıp, iman edip, bunun da bir nimet olduğu idrakına varmak, arkasından bu nimete şükretmek Allah'ın dilemesiyle yükselmeler üstü bir yükselmeye vesile olacaktır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...