12.2.12

Unutulan Bir Sünnet Daha - Yemeğe Tuzla Başlamak

Unutulan Bir Sünnet Kaplama Mesh 'den sonra unutulan başka bir sünnet daha öğrendik, ondan bahsetmek istiyoruz.

Yemeğe tuzla başlamak ve yemeği tuzla bitirmek de unutulmuş sünnetlerdendir. Tabii unutmayan unutmuyor ama toplumun genelinde maalesef unutulmuş olduğunu üzüntüyle gözlemliyoruz.

Sünnetlere sarılmalıyız, unutulmuş sünnetlere daha da sıkı sarılmalıyız. Çünkü bir hadis-i şerifte mealen(anlamca) buyruluyor ki: 

"(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır.) [Hakim]"

Bir de şöyle bir kolaylık da var: tuza niyet edilerek (içerisinde tuz bulunduğundan) zeytin ya da ekmek yenilse de yine sünnete uyulmuş oluyor.

Bu konuda www.dinimizislam.com sitesinden aldığımız soru-cevap şeklindeki bir yazıyı aşağıda istifadenize arz ediyoruz:


Yemeğe tuzla başlamak

Sual: Yemeğe tuzla başlamak sünnettir. Sofrada tuzlu zeytin falan oluyor. Zeytinle başlasak sünnet yerine geçer mi? Böyle sünnetlere uymasak günah olur mu?
CEVAPEvet geçer. Hatta ekmekteki tuza niyet ederek bir lokma ekmek yemekle de bu sünnet yerine getirilmiş olur. Bu sünnetlere uyulmasa günah olmaz. Ancak bir sünnete uymak dünyadaki her şeyden daha kıymetlidir. Unutmazsak, imkanımız varsa sünnetlere uymaya çalışmalıyız. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek 70 hastalığa şifadır.)[R.Nasıhin]

Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirmenin tıbben de çok faydalı olduğu bildirilmektedir. Her sünnette bir çok hikmetler vardır.

Sual: Doktorlar, üç zararlı şeyden birinin tuz olduğunu söylüyorlar. Bunun için yemeğe tuzla başlamanın sünnet olması yanlıştır. Çünkü Peygamberimiz sağlığa zararlı bir şeyi tavsiye etmez. Ayrıca, büyük hadis âlimleri Elbanî ile Abdülfettah Ebu Gudde, yemeğe tuzla başlamanın sünnet olmadığını bildirmişlerdir. Hâlâ tuzu bırakmayacak mıyız?
CEVAPBu iddialar, dinî yönden de, tıbbî yönden de ilmî [bilimsel] değildir ve yanlıştır.

Tıbbî yönden:
Tuz, un ve şeker için üç zararlı şey deniyor. Un zararlı olunca, ekmek de zararlı olur. Her şey gibi, un da fazla kullanılırsa zararlı olur. Tuz da böyledir. Doyduktan sonra yemek yemek, tıbben zararlı, dinen haramdır. Bu, ekmek yemek zararlı ve haram demek değildir. Fazlası zararlı demektir. Her şeyin fazlası zararlıdır. Tuz olmazsa insan sağlıklı olamaz. Vücuttaki tuz miktarı düşünce hâlsizlik, yorgunluk olur. Daha da düşerse epilepsi nöbetlerine yol açar. Kalb çalışması zorlaşır. Sinir iletimi etkilenir. Tuzun sayılamayacak kadar faydası vardır.

Bir de tuzun içine zararlı başka şeyler konursa elbette zararlı olur. Mesela rafine tuz zararlıdır. Rafine tuz zararlı diye, diğer doğal tuzlara da zararlı demek yanlıştır. Çok tuz zararlıysa da, az tuz zararlı değildir. Tıp yetkilileri diyor ki:

Rafine tuz sağlığa zararlıysa da, ihtiyaç kadar kullanıldığı takdirde, doğal tuz yani kaya tuzu veya deniz tuzu çok faydalı ve şifa kaynağıdır. Himalaya tuzu daha iyidir. Tuzun bazı faydaları şöyledir:

Tuz, vücudun asit - baz dengesini korur.

Vücudun elektrolit dengesini sağlar.

İdrar oluşumunu sağlar. İdrar oluşmazsa, metabolizmanın tehlikeli olan son ürünleri dışarı atılamaz.

Tuz antiseptik, yani mikrop öldürücüdür.

Tuz dile dokunduktan sonra, tükürük bezleri hemen çalışmaya başlar. Salgı yayar. Bu salgı, hazım için önemlidir, hazma yardım eder ve kolaylaştırır. Yemeğe tuzla başlanırsa, beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka oluşur ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önler. Yemeği tuzla bitirince de, yine hazım için lüzumlu olan salgı salınır. Bu önemli salgı, sadece tuzla çıkar.

Tuz yemeklerimize, bazı gıdalara tat verir. Tuzsuz yemekler saman gibi olur.

İyotlu tuz: İyotlu tuz önemlidir. İyot, boynumuzda bulunan tiroit bezinden hormon salgılanması için çok önemli olan bir mineraldir. Vücudumuzun gelişmesini beyin ve sinir sistemimizin çalışmasını, aktivitelerimizin ve vücut ısımızın sürmesini sağlayan tiroit bezi hormonlarının yapımı için iyot gereklidir. Ülkemizin büyük bir bölümünde sudaki iyot yetersizdir. Vücudumuz için bu kadar önemli olan iyot yeterli alınmadığından çeşitli hastalıklar oluşur.

Gebelikte iyot eksikliği, anne karnındaki bebeğin, hem beyin hem de beden gelişimini olumsuz etkilediği gibi, düşüklere, ölü doğumlara, bebeğin özürlü doğmasına, bebeklerde zekâ geriliğine ve cüceliğe sebep olur.

Çocukluk döneminde iyot yetersizliği bedeni ve zihni gelişme geriliğine sebep olur.

Yetişkinlerde iyot yetersizliği guatrın yanı sıra beden ve zihin fonksiyonlarında dengesizliklere ve bozukluklara da yol açar.

İhtiyaç kadar kullanılan iyotlu tuz, sağlığa zararlı değildir ve yan etkisi de yoktur.

Dinî yönden:
Mezhepsiz Elbani ile Ebu Gudde ve onlara uyan bazı mezhepsizler, yemeğe tuzla başlamanın sünnet olmadığını söylüyorlarsa da, bu iddiaları, muteber fıkıh kitaplarına aykırıdır. Mesela kıymetli bir fıkıh kitabı olan (Fetava-i Hindiyye)’de, (Yemeğe tuzla başlayıp, tuzla bitirmek sünnettir. Hulâsa'da da böyledir) buyuruluyor. (Tatarhaniyye)fetva kitabında yemeğe tuzla başlamanın sünnet olduğu bildiriliyor.

Hindiyye’de, Hulâsa’da, Tatarhaniyye’de böyle açıkça yazarken mezhepsizlerin sözlerinin ne kıymeti olur ki?
(Yâ Ali, yemeğe tuzla başla, çünkü tuz yetmiş hastalığa şifadır)hadis-i şerifi, (Tarikat-i Muhammediyye şerhi Berika), (Şir’a-tül islam şerhi), (Tıbbın Nebi), (Rıyad-ün nasıhin), (Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn), (S. Ebediyye) ve (Miftah-ül cennet) kitapları ile daha başka birçok muteber kitapta bildirilmektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen Hoca da, yemeğe tuzla başlayıp tuzla bitirmenin, sünnet olduğunu kitaplarında bildirmektedir.

Yemeğe tuzla başlamanın, sünnet olduğunu bildiren kitapların yanlış olduğunu söylemek, eski âlimleri, eski kitapları kötülemek olur. Eski âlimleri suçlamak moda hâline gelmiştir. Her gün, TV’lerde, dinin bir hükmü sorgulanmaktadır. Eski âlimlerin cahil olduğu iddia edilmektedir. Âhir zamanda böyle şeylerin olacağını Peygamber efendimiz mucize olarak bildirmiştir. Bir hadis-i şerif şu mealdedir:
(Âhir zamanda, sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]

Bugün hemen her konuda, eski âlimlerin bildirdiği hususlar, birer birer kötülenmektedir. Bunları görüp de, imkânı olanın susması helâl olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bu ümmetin, son zamanlarında gelenleri, önceki âlimleri kötülediği zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace, İbni Adiy, İbni Asakir]

Kur'anı gizlememek için, eski âlimleri kötüleyenlere karşı duyarlı olmalı, Ehl-i sünnet bilgilerini her yere yaymaya çalışmalıdır.

Unutulan başka bir sünnet için ayrıca bakabilirsiniz:

Unutulan Bir Sünnet Kaplama Mesh 


Allah bizleri unutulan sünnetleri yaşayan ve çevresini de yaşamaya teşvik edenlerden eylesin.

9.2.12

Sigara İçmenin İslamdaki Yeri - Hükmü - Durumu

Sigaranın hükmü nedir? Sigara mekruh mudur?

Yazar: Ahmed Şahin 2006-05-15
İslam’ın evrensel helal ve haramları Kuran-ı Kerim’de ve onun açıklaması olan sünnette zikredilmiştir. ‘Evrensel helal ve haram’ derken kastettiğimiz şey, her zaman ve her mekana göre genel geçer olan helal ve haramlardır. Sigara konusu gerek sünnette, gerekse Kur’ân-ı Kerim’de yer almaz. Çünkü Kur’an’ın indiği zaman sigara denen bir şey yoktu. Sigara XV. Asırdan sonra ortaya çıkmıştır.

İslam’ın temel kaynaklarında adı geçmeyen bir şeyin hükmünü anlamak için İslam’ın bazı genel kuralları vardır. Bunlardan birisi şudur: “Eşyada aslolan, ibahadır”. Yani, her şey insanlar için yaratılmıştır. Bazı şeylerin ise haram olduğu açıklanmış, böylece hükmü bildirilmeyen şeyler de helal olarak kalmıştır demektir. Bir diğeri de şudur: “Temiz ve güzel olan şeyler helaldir, pis ve zararlı şeyler ise haramdır”.

Bu iki genel kural, beraberce düşünüldüğü zaman sigara için karşımıza şöyle bir sonuç çıkar: Sigara hakkında kaynaklarda bir şey söylenmediğine göre onun hakkında hüküm verebilmemiz için onun pis ve zararlı olup olmadığına bakmalıyız: Eğer onun pis ve zararlı olduğunu söyleyebileceğimiz özellikleri varsa haram olduğuna, yoksa, helal olduğuna hükmetmeliyiz.

İşte bu metodik anlayış sebebiyle tarihte bazı İslam alimleri sigaranın helal/mubah olduğu hükmüne varmışlardır. Çünkü, demişlerdir, biz sigaranın bir zararını görmüş değiliz, şu halde onun haram olduğunu söyleyemeyiz. Eğer bir gün zararlı olduğu ortaya çıkarsa biz de ona göre hüküm veririz. Oysa bu gün sigaranın 2000 civarında zehir içerdiğini, pek çok hastalığın sebebi olduğunu, içenlerin sadece kendilerine değil, içmeyenlere dahi zarar verdiklerini bilim kesin olarak ortaya koymuştur.

Bununla birlikte Hanefî gelenekte şöyle bir anlama metodu vardır: “Kıyasa/kurallara göre haram olan, ancak Kuran-ı Kerim’de ve sünnette adı ve hükmü açıkça zikredilmeyen şeylere haram yerine, tahrîmen mekruh demek daha uygundur. Gerçi bununla kastedilen de haramlıktır, ancak bir şeye haram ya da helal hükmü vermek sadece Allah’a (cc) ait bir hak olduğu için, haram olduğu kesinkes anlaşılsa bile, Kur’an’da haram denmeyen şeylere nezaketen, tahrimen mekruh demek daha güzeldir.” Bu sebeple son dönem Hanefîler sigara için “tahrimen mekruh” hükmünü tercih etmişlerdir. “Tahrîmen mekruh”, kanun hükmünde kararname gibi, haram hükmünde mekruh demektir.

Ayrıca sigara insanın kendisini tehlikeye atmasıdır. Oysa Allah (cc): “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” buyurmaktadır. Bu sebeple sigara, insanın kendisini tehlikeye atması demektir. Sigara içmek ayrıca çok önemli bir kul hakkıdır, çünkü içenler içmeyenlere zarar vermekte ve onları rahatsız etmektedirler. Kul hakkının affedilmesi de ancak, hakkı olan insanların bağışlamasına bağlıdır. Bunu temin etmek ise çok zordur.

Sigaranın hükmü?

Tütün, 15. asırdan sonra, İslâm ülkelerine girmiştir. O zamandan beri, İslâm uleması onu içmenin hükmü üzerinde durmuşlardır. Şöyle ki:

a- Bâzı âlimler, tütünün mubah olduğunu söylemişlerdir. Bunusöyleyenler, tütünün zararı olmadığını ve Şâri' (Şeriatı koyan, yani Allah) tarafından yasaklanmadığını ileri sürmüşlerdir.

Halbuki, bugün tütünün zararları ilmen kesin şekilde ortaya çıkmıştır. Zararsız olduğu söylenemez. Şâri'nin yasaklamadığını söylemek de doğru olmasa gerektir. Zira Sâri', her haramı ismen tek tek zikretmemiştir. Hüküm, sadece sarih ve hususî naslarla değil, nas-larda geçenlerin haram kılınış illetlerine bakarak yapılan kıyas ve istidlal yollarıyla da verilebilmektedir. Bu bakımdan hakkında sarih nas olmayan bir nesne hakkında kıyas ve istidlal yoluyla bir hüküm verilmesinde hiçbir mâni yoktur.

b- Bâzıları da sigara içmek mekruhtur, demişlerdir. Bunlar, kıyasla sabit bir hükme, haram demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamaları yüzünden bu hükmü vermişlerdir.

c- Bâzıları da sigara içmek, özellikle tiryakisi olmak haramdır, demişlerdir. Bunların dayanağı ise, sigaranın vücuda zarar vermesi, israf olması ve nafaka mükellefiyetinde darlığa yol açması gibi sebeplerdir.

Bu 3 sebepten biri gerçekleştiği yer ve durumda, sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise, mekruhtur.

Özellikle dindar ve uzman bir hekimin vereceği bir karar çok önemlidir. Böyle bir doktor bir kimseye sigarayı mutlaka terketmesini söylerse onun sigarayı içemesi dinen de helal olmaz.


5.2.12

Türkiye İçin Yenilenebilir Enerji Tesisi Modeli - Biyojeotermal Enerji Tesisi

Yenilebilir enerji dünyamız için önemli. Enerjiyi dışarıdan aldığımızdan ülkemiz açısından da önemli.

Türkiye için biçilmiş kaftan olan bir yenilenebilir enerji modelinden, hibrit bir tesisten bahsetmek istiyorum. Tabii kaba hatlarıyla. Detayına inecek vakti bulduğumda inşallah detaylı olarak da yazmak isterim.

Biyogaz Türkiye'de yeni yeni yaygınlaşıyor. Jeotermal enerji kullanımı ise ülkemizde "nispeten" yaygın. Ama hatti zatında bakacak olursak birisi yeni doğmuş diğeri ise daha yeni emeklemiş birer bebek.

Önce kısaca Biyogaz'dan bahsedelim:

Biyogaz tesislerinde, özellikle hayvan dışkıları ve evsel organik atıklardan yaklaşık %60 oranında metan içeren biyogaz elde edilir. Bu gaz motorlarda yakılır ve bu motorlar da elektrik üreten büyük dinamoları tahrik eder.

Biyogaz üretiminde fermantasyondan yararlanılır, bu üretimi Allah'ın bir lutfu olarak bizim için bakteriler yapar. Bu bakteriler için istikrarlı sıcaklık çok önemlidir. Sıcaklık (belirli sınırlara kadar) arttıkça biyogaz üretimi de artmaktadır. Teknik bilgiye internette yapacağınız arama ile ulaşabilirsiniz.

Jeotermal'den de kısaca bahsedecek olursak:

Türkiye jeotermal kaynaklar açısında oldukça zengin. Dünyanın sayılı ülkelerindeniz. Ancak bizdeki kaynaklar genellikle yüksek sıcaklıktaki kaynaklar değil de, daha çok orta ve düşük sıcaklıklı kaynaklar. Bu nedenle daha çok ev ve seraların ısıtılmasında kullanılıyorlar. Örneğin bizim memleketimizde koca ilçede evler jeotermal kaynaktan elde edilen sıcak su ile ısıtılır. 

Jeotermal kaynaklardan elektrik üretilmesi için kaynaktan yüksek sıcaklıkta suyun çıkması gerekmekte. (Bu konuları son araştırdığım tarihte bu rakam min. 110-120 C idi.) Aksi takdirde çeşitli tekniklerle elektirk üretilebilse dahi bu iktisadi olmuyor maalesef. Ülkemizde de bu nedenle jeotermalden elektrik üretimi sınırlı. Kaynaklarımız genellikle 90, 75, 65, 55 derece civarında.

Ülkemiz için bir fırsat, BİYO-JEOTERMAL HİBRİT ENERJİ TESİSLERİ:

Ülkemiz için bu alanda çok büyük bir fırsat var. Tarım ülkesiyiz, hayvancılık ve çiftçilik yaygın. Yani biyogaz üretimi için ülkemiz müsait. Aynı zamanda jeotermal ülkesiyiz, ama bu jeotermalden fazla elektrik üretemiyoruz.

O halde hibrit tesislere yönelmeliyiz!

Biyogaz tesislerini jeotermal kaynakların yakınında kurup jeotermal enerji ile biyogaz tesisine istikrarlı ve yüksek sıcaklıkta ısıtma sağlamalıyız.

Bakınız burada çok güzel bir kazan-kazan modeli var. Biyogaz tesisi yüksek derecede istikrarlı ısı kaynağına muhtaç, bunu jeotermalden sağlıyor. Jeotermal tesisinde ise(110-120 derecenin altındaki kaynaklarda) elektrik üretilemiyordu, bu açığı da biyogaz tesisinin ürettiği elektrik kapatıyor.

Hem bu biyogaz tesisinin etrafına sağladığı fayda sadece elektirk üretmesi değil, aynı zamanda biyogaz üretim prosesinin çıktılarından biri de iyi kalitede gübre. Bu açıdan tarıma da katkısı büyük.

Mevcut jeotermal tesislerimizin yakınlarına yapılacak biyogaz tesisleri ile bu hibrit model ülkemizde çok rahatlıkla fiilen uygulanabilir.

Bu hibrit model sanırım ilk defa Almanya'da uygulanmaya başlanmış. Ben bu konuyu ilk defa lise yıllarımda araştırmaya başladığımda teorik olarak literatürde hibrit tesislerden bahsedilse de pratikte jeotermal ile biyogazın birleştirildiği bir tesise dünya genelinde rastlamamıştım. Daha sonraki araştırmalarımda yakın bir tarihte bu şekilde bir hibrit tesisin Almaya'da kurulduğunu gördüm.
(Bakın : THE CONCEPT OF HYBRID POWER PLANTS IN GEOTHERMAL APPLICATIONS Dr. – Ing. H.Kreuter, GeoThermal Engineering GmbH, Karlsruhe, Germany Dipl. - Ing. B. Kapp, Aufwind Schmack, Regensburg, Germany)
(Bakın: The Concept of Hybrid Power Plants in Geothermal Applications, Bernd Kapp and Horst Kreuter Baischstraße 7, D-76133 Karlsruhe bernd.kapp@aufwind.com and kreuter@geo-t.de)

Esasen böyle hibrit bir tesisin gerçekleştirilmesi yeni bir teknoloji icadına vs. ihtiyaç duymuyor. Basit bir ısı transfer sistemine ihtiyaç duyuyor o kadar. Makine mühendislerinin, termodinamikçilerin kolaylıkla tasarlayıp üretebilecekleri şeyler.

Mümkün mertebe kısa ve öz olarak derdimi anlatmaya çalıştım. Derdim ülkemizin bu fırsattan istifade etmesi. Teknik konulara fazla girmedim. Zaten bu konulara girmek için de araştırma yapmak ve referanslarla yazıyı yazmak gerekiyordu. Şu an için bu kadar vaktim olmadığından ve yenilenebilir enerjinin de ehli olmadığımdan aşırı teknik bir makale olmadı. Ancak şu aşamada amacım bir farkındalık oluşturmak. Yoksa işin teknik boyutuna girildiğinde bu biyojeotermal hibrit yenilenebilir enerji tesisinin ne kadar da verimli olduğu çok net bir şekilde görülüyor. Yatırımın geri dönüş süresini (benim kabaca hesaplamalarıma göre) yarıya indiriyor.

Bu konuda mutlaka devletin ilgili birimleri, akademisyenler, yenilenebilir enerji uzmanları ve girişimciler çalışmalılar.

İnşallah bu tesislerin sayısının binlerle ifade edildiği günleri görürüz.

(NOT: Bu yazıda bahsedikmek istenen biyogaz tesisinin 55-60 derecede çalıştırılması. Yoksa 30-45 derece arasında biyogaz tesisileri halihazırda çalışabiliyor. Ancak (tesisin bulunduğu bölgeye ve iklim şartlarına bağlı olarak değişkenlik gösterse de) tankların içini 55-60 dereceye çıkartmak için üretilen biyogazın bir kısmını ısıtma işlemi için sarf etmek gerekiyor. Jeotermal ile birleştirilince ekstra biyogaz harcamadan tankları ısıtmak mümkün olmakta. Tesisin çalışma sıcaklığının artması ile de birim zamanda üretilen biyogaz miktarı artmaktadır. Bu sayede hem daha fazla biyogaz daha kısa sürede üretiliyor, hem de daha fazla biyogaz üretmek için ekstra biyogaz harcamaya(tankları 55-60 derece gibi yüksek sıcaklıklara çıkarabilmek için) gerek kalmıyor. Tankları yüksek sıcaklığa jeotermal enerji çıkarıyor.)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...