31.3.12

KPSS'nin En Büyük Faydası

Bu sene KPSS'ye herhalde yaklaşık 1.5 milyon kişi girecek. Sınava üç ay kala birkaç düşüncemizi kısaca paylaşmak istiyoruz.

Herhalde bu sınavın millete en büyük faydası; tarihimizi öğretmesi oluyor. O tarih ki ne kadar da değiştirilse, örtülse, makyajlansa, detayına inildiğinde gerçeği sana açıkça gösteriyor.

Ne kadar da resmi bir tarih olsa, resme yakından bakıldığında resmin üstüne sonradan eklenen yerler, makyajlanan yerler hemen nasıl da belli oluyor. Resmin resmiisi hakikati yanında sırıtıyor, iğreti duruyor.

Yalnız tarihin biraz daha günümüze yaklaştırılması daha iyi olur, örneğin 2.Dünya Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerden bahsedilse, buralardan da sorular çıksa, yakın dönem tarihimizle de ilgili sorular çıksa faydalı olur.

Tarihimizi bilirsek atalarımızın mirasını hakkıyla almış oluruz, tarihimizi bilmezsek kendisine miras kalan iş bilmezler gibi oluruz ki; o mirasın ne faydasını görebiliriz ne de o mirası evlatlarımıza aktarabiliriz.

Bir diğer faydasıysa coğrafya dersinde insanımızın ülkesini daha iyi tanıması oluyor.

Yaşananları iyi okuyabilmek için tarih okumalıyız.

Tarih ve coğrafya bilmeyen, jeopolitikten biraz da olsa anlamayanlar, izlediği haberleri yarım izliyordur, okuduğu gazeteyi yarım okuyordur diyebiliriz. Dünyayı daha iyi anlamak için biraz coğrafya, çokça tarih bilmeli, geçmişteki olayların günümüzdeki karbon kopyalarını iyi analiz etmeli ve gerçekçi olunmalıdır.


29.3.12

Kolay Ezberlenebilecek Kısa 40 Hadis-i Şerif


1-Âfetü’l ilmi en nisyanü: İlmin afeti unutmaktır.

2-Ettuhuru şatru’l iman: Temizlik imanın yarısıdır.


3-A’kilhâ ve tevekkel: (Deveyi) bağla ve tevekkül et.


4-Sûmû tesihhû: Oruç tutun, sıhhat bulun.


5-Es-salâtü imâdü’d dini: Namaz dinin direğidir.


6-Talebü’l helali cihadün: Helal peşinde koşmak cihaddır.


7-El-kelimü’t tayyibetü sadakatün: Güzel söz sadakadır.


8-El cennetü tahte zılâli’s süyuf: Cennet kılıçların gölgesi

 altındadır. 

9-El mecalisü bi’l emaneti: Meclislerdeki sözler emanettir.


10-Ed-dellü alel hayri kefailihi:Hayra vesile olan yapan gibidir.


11-El cennetü dâr-ül eshıya: Cennet cömertler yurdudur.


12-Es- savmü nısf’us sabr: Oruç sabrın yarısıdır.


13-Es sabru nısf’ul iman: Sabır imanın yarısıdır.


14-Et tebessümü sadakatun: Tebessüm etmek sadakadır.


15-Es sabru miftahul ferec: Sabır, başarının anahtarıdır.


16-Es sabru ınde sadmetül ula: Sabır, musibetin ilk  anındakidir.


17-Efdalü’l ibadeti edvamuha: İbadetin efdali devamlı olanıdır.


18-El Kur’anü hüved deva: Kur’an, sırf devadır.


19-Men samete neca: Dilini tutan kurtuldu.


20-Re’sü’l hikmeti mehafetullah: Hikmetin başı Allah korkudur.


21-El idetü atiyyetün: Vaad edilen verilmelidir.


22-Ed duaü silahu’l mümin: Dua müminin silahıdır.


23-İsmah yusmah leke: Müsamaha et ki sende göresin.


24-Es salatü nur’ul mümin: Namaz müminin nurudur.


25-En nedametü tevbetün: Pişmanlık tövbedir.


26-El mescidü beytü külli takiyyin: Mescid, takva sahiplerinin evidir.


27-Ed dinü en nasiha: Din nasihattir.


28-Ed duaü hüvel ibadetü: Dua ibadettir.


29-El cümuatü haccü’l mesakin: Cuma fakirlerin haccıdır.


30-Hüsnü’s suali nısfu’l ilim: Güzel soru, ilmin yarıdır.


31-Es selamü kable’l kelam: Önce selam, sonra kelam.


32-İzâ gadibte fe’skut: Öfkelendiğinde sus.


33-Kesretü’d dahiki tumitül kalb: Çok gülmek kalbi öldürür.


34-Es savmu cünnetün: Oruç kalkandır.


35-Es subhatü temneu’r rızk: Sabah uykusu, rızka engeldir.


36-El hamrü ummü’l habais: İçki, kötülüklerin anasıdır.


37-Zina’l uyûni en nazaru: Gözlerin zinası bakmaktır.


38-El kanâatü mâlün la yenfedü: Kanaat bitmez bir sermayedir.


39-El hayaü minel iman: Hayâ(utanma duygusu) imandandır.


40-El mer’ü ala dini halilihi: Kişi, arkadaşının dini üzeredir.



KAYNAK:

Şihab-ül Ahbar tercümesi(Prof. Dr. Ali Yardım)-Damla Yayınevi



(Ümmetimin din işlerinde faydalı kırk hadis ezberleyen, âlimlerle haşr olur.) (Hadis-i Şerif -Taberani)

Esma-ül Hüsna (10 -20 Arası 10 Adet)












27.3.12

Asıl Onlardır Soyu Kesik Olanlar

Dikkatimizi çekiyor, özellikle imanın ve tevhidin zayıf olduğu, ahlaksızlığın olağanlaştığı memleketlerde doğum oranlarında önemli bir düşüş var. Hükümetleri ne yaparsa yapsın bir türlü bu düşüşü engelleyemiyorlar. Nüfuslarında ciddi azalmalar var. Nüfusları artıyor gözükenlerin ise çoğu doğal yollarla değil, aldığı dış göçlerle nüfuslarını arttırıyorlar. Bu durum Allah'ın dilemesiyle, Allah'ın işaretlerinden bir işareti akla getirdi.

Kevser Suresi
Kevser Suresi

Sizlerin bizlerden daha iyi bildiğiniz gibi bu sure-i celilenin sonunda mealen "Asıl soyu kesik olan onlardır" "Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir." lafzı bulunuyor. Evet, asıl soyu kesik olanlar o ahlaksızlık yapıp dini yalanlayanlar ve bununla da kalmayıp peygamberimize ve onun takipçileri olan biz müslümanlara hınç besleyenlerdir. Soylarının nasıl kesildiğini, sayılarının, nüfuslarının nasıl azaldığını görüyoruz. Görmeye de devam edeceğiz. Herhalde bu tabloyu ahir zamanın da ahirindeki müslümanlar bizlerden daha da net göreceklerdir ve tefekkür edeceklerdir.

Müslüman memleketler böyle mi? Elhamdülillah nüfusumuz her ülkede artıyor ve hatta artarak artıyor. Elhamdülillah soyu kesik olanlar bizler değiliz, asıl soyu kesik olanlar onlar, inanmayanlar. Allah cümlemize hayırlı salih evlatlar ve hayırlı bir zürriyet nasip etsin. Bizleri ve evlatlarımızı doğru yola iletsin ve doğru yoldan ayırmasın.

Kur'an-ı Kerim gençliğini, Rabbimizin asırları aşan Rahmani ve Rabbani hitabıyla bir kez daha gösterdi, Allah hayretimizi arttırsın. İşte gözümüzün önündeki mucize. İşte gerçek bir mucize olarak Kur'an. Ne mutlu görenlere. Yazıklar olsun o nefislerine uyup helak olanlara.

İnsanın nefsi bazen diyor ve diyebilir ki: "Ah bi mucize görseydim de sen beni o zaman görseydin, Rabbime nasıl da kulluk ediyordum, nasıl da hemen namaza başlıyor, nasıl da oruç tutuyordum, malımı nasıl da yoksullara dağıtıyordum. Bir mucize görseydik." Ey gafil nefis, mucize gözünün önünde ya. Bu Kur'an'ın her bir harfi bir mucize değil mi, her bir nurlu beyanı, her bir suresi, her bir cüzü ve tamamı birer mucize değil mi? İçinde hiç bir çelişkinin bulunmaması bir mucize değil mi? Haber verdiği şeylerin bir bir olması birer mucize değil mi? Her asra ve her asrın insanına hitap etmesi bir mucize değil mi? Tüm insanlığa hitap etmesi bir mucize değil mi? Bir insanın manevi olarak ihtiyaç duyduğu her şeye cevap vermesi bir mucize değil mi? Toplumu ve toplumsal hayatı en ince noktasına kadar ustalıkla düzenlemesi bir mucize değil mi? Her bir cümlesinin dibi bulunamayan bir derinlikte olması bir mucize değil mi? Belagati bir mucize değil mi? Sen tüm bu mucizelere yetişip bir de mucize görseydim mi diyorsun? Ey nefsim, sen körsen ben ne yapayım. Senin gözünde perdeler varsa ben ne yapayım. Gözündeki perdeleri bu kadar hakikata rağmen, bu kadar ispat ve delile rağmen ve bu kadar işarete rağmen aralayamıyorsan, yırtıp atamıyorsan, kendini gerçeğe kapatıyorsan, deve kuşu gibi kafanı toprağa gömüyorsan ben ne yapayım?

Allah hepimizi hak ve hakikati hakkıya görenlerden eylesin.

Esma-ül Hüsna (0-10 Arası 10 Adet)












15.3.12

Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker Derneği Kurulması Hakkında

Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker Hakkında yazısında bu konunun önemini görmüştük.

Şu anda toplumunda bu vazife hocalar-alimler-gönüllüler tarafından herkesin kendi gayretleriyle bir nebze de olsa yapılmaya çalışılmaktadır. Örneğin bu vazifeyi yerine getirmeye çalışan insanlar mümkün mertebe ilk önce kendi nefislerine, sonra elinin altındakilere, daha sonra yakın aile bireylerine, komşularına ve uzak aile bireylerine nasihatlarda bulunuyorlar. Bazen de olumsuz tepki alma, ters tepme, ve yanlış anlaşılma korkusu, konuyu tam olarak bilememe vs. gibi nedenlerden dolayı emri bil maruf nehyi anil münker hakkıyla yerine getirilememektedir.

Emri bil maruf nehyi anil münker çok önemli bir vazifedir, çok önemli bir iştir. Bu işin daha organize bir şekilde ve daha etkin olarak yapılması toplumumuz için hava gibi su gibi gereklidir. Hatta daha fazla gereklidir.

Bu bağlamda önerimiz Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker Derneği'nin kurulmasıdır. Bu dernek zaman-mekan-insan değişkenlerini göz önünde bulundurarak, mümkün olan en doğru şekilde topluma farz olan bu vazifeyi ifa etmelidir.

Bu dernek telefon, sms, fax, posta, elektronik posta, yüzyüze görüşme, kitap, dergi, broşür gibi araçları kullanarak çalışabilir. Burada önerilen derneğin amacı kimseyi zorlamak ya da hor görmek ya da rencide etmek değildir. Amaç sadece doğru ve güzel olanın bildirilmesidir. Doğruyu ve güzeli bildiren bunu önce kendisine bildirir, daha sonra da ihtiyacı olanlara. Son derece nazik ve kibar bir üslup benimsenmelidir.

Bu dernek nasıl bir dernek olmalıdır noktasında akla gelenlerden kısaca bahsedecek olursak; dernek faaliyetlerini yürüten insanlar temel olarak iki zümreden oluşmalıdır. Birinci zümre alim-ilim adamı zümresidir. Bu zümre toplumdaki ihtiyacı tespit eder, dine uygun olanın nasıl olacağını ortaya koyar, iyiliği tavsiye etme vazifesinin hangi zamanda hangi mekanda hangi usulle kim tarafından ya da nasıl ifa edileceğini belirler. Gerektiğinde; örneğin bir mektup gönderilerek emri bil maruf nehyi anil münker yapılacaksa gönderilecek mektubun metni bu alimler tarafından yazılır. İkinci zümre ise gayret sahipleri, islama hizmet etme isteğini içlerinde duyan gönüllülerdir. Bu kişilere cahitler de denebilir. Bunlar da gerek emri bil maruf nehyi anil münker'in kimlere karşı yapılabileceğini tek tek tespit eder, gerekse bu amaçla hazırlanan metinlerin, yazıların, cd'lerin, mail'lerin vs. yerlerine ulaşmalarını sağlarlar.

Somutlaştıracak olursak gönüllüler kumar oynatılan bir işletmeyi tespit ederler(örneğin bir ganyan bayii), alimler bu işletme sahibine yönelik bir yazı kaleme alırlar, gönüllüler bu yazıyı işletme sahibine ulaştırır. İşte önerdiğimiz derneğin tüm işi bundan ibarettir.

Söz konusu yazı mektup yoluyla, email yoluyla ya da fax yoluyla ulaştırılabilir. Burada yöntem teferruattır. Önemli olan mümkün olduğunca etkin bir şekilde mümkün olduğunca fazla kişiye ulaşmak. Örneğin mail atmak son derece düşük maliyetli ve basit bir iştir, bu noktada önceden alimlerce hazırlanmış metinler gerekli yerlere toplu mailler halinde atılabilirler.

Dernek kurulursa: tamamen toplumu bilgilendirme amacı taşıyan, barışçıl amaçlara hizmet eden son derece faydalı bir dernek olur. Esasen derneğin  insanları deprem anında nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilinçlendiren herhangi bir sivil toplum örgütünden hiçbir farkı yoktur. Tek işi insanları o gün gelmeden gerekli tedbirleri alması konusunda uyarmak olacaktır.

Böyle bir derneği şu an için bir ihtiyaç olarak görüyoruz. Eğer kurulursa emri bil maruf nehyi anil münker'in yaygınlaşmasında, sistematikleşmesinde ve kurumsallaşmasında çok büyük bir mesafe kat edilir, çocuklarımıza iftiharla bırakacağımız güzel bir miras olur inancındayız.

Özellikle e-mail nimetinden faydalanılarak uluslararası olarak da dernek faaliyetlerde bulunabilir. Örneğin bugün Feyyaz Bilişim internet teknolojilerinden faydalanarak Türkçe sitelerin yanında diğer yaygın dünya dilleri ile de siteler kurmaktadır ve tüm dünyaya bu yayını yapmaktadır. Önerdiğimiz derneğin Almanca olarak, İngilizce olarak, Arapça ya da Azerice olarak internet üzerinden iyiliğin yayılmasına çalışması için hiçbir engel bulunmamaktadır. Dernek kurulduktan ve Türkiye için işler hale geldikten sonra uluslararası faaliyetler için de gerekli organizasyonlar yapılabilir.




(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada [savaşa]verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Bir Hadis-i Şerif Meali, Kaynak:Deylemi]




Aşağıdaki istatistiklerde de görülebileceği gibi Türkiyede yaklaşık 15 bin dini temalı dernek bulunmaktadır. Camilerimizde para toplanabilmesi için derneklerin kurulduğunu biliyoruz. Yani para toplama işine resmiyet kazandırıp karşılığında makbuz verebilmek için dernekler kuruluyor. Bu nedenle de 15 bin dernek içerisinde, yukarıda kabaca anlatılan türde bir organizasyona sahip, sistematik çalışan, bu konuyu ana faaliyet alanı haline getirmiş, bu konuya yoğunlaşmış ve bu konuda uzmanlaşmış bir derneğe maalesef henüz biz rastlamadık.  İnşallah o günleri de görürüz.

"Dernek nasıl kurulur?"  sorusunun cevabı İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı http://www.dernekler.gov.tr/ internet sitesinde bulunabilir. Yine bu resmi siteden aldığımız birkaç istatistiksel veriyi aşağıda görsel olarak paylaşıyoruz.

Yıllara Göre Dernek Sayısı
Derneklerin Faaliyet Alanları
Derneklerin Teması

Derneklerin Hedef Kitleleri

12.3.12

Holy Live Programı - Kutsal Toprakları Canlı İzleme Programı

Bu program ile kutsal topraklar (Mekke-Medine) canlı olarak izlenebilmektedir.

Programın 2. versiyonu yayınlanmıştır. İlk versiyonda bazı yoğun günlerde (üç aylar, ramazan, perşembe geceleri vb.) Arap devletinin yaptığı yayında serverlar kaldırmadığından kesintiler olabiliyordu. Yeni versiyonda kesinti olmaması için yayın YouTube serverları üzerinden alınmaktadır. Ayrıca yayın kaynağının ileride değişmesi ihtimaline karşı da ekstra önlem alınmıştır. Dil ayarlarının kaydedilme problemi de giderilmiştir. ESKİ VERSİYONU KULLANAN VE ZAMAN ZAMAN KESİNTİ SORUNU YAŞAYANLARA DA YENİ VERSİYONA GEÇMELERİNİ ÖNERİRİZ.



11.3.12

Emr-i Bi'l-Ma'ruf Nehy-i Ani'l-Münker Hakkında

(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada [savaşa]verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Bir Hadis-i Şerif Meali, Kaynak:Deylemi]


------------------------------------------------------------------------------

EMR-İ Bİ'L-MA'RUF NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER

Yazar: İslam Ansiklopedisi 2006-02-11
İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma.


Maruf, şerîatın emrettiği; münker, şerîatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah'ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir (Râğıb el-İsfahânı, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118).



Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak; münkerden nehyetmek de küfür ve Allah'a başkaldırmaya karşı durmaktır (Kadı Beydâvî, Envârü't-Tenzil, 2/232).


Kur'an-ı Kerîm'de, ''Sizden hayra çağıran, marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Alu İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır. İslâm uleması bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir (Yazır, a.g.e., II, 1155).



Başka bir ayet-i kerimede yüce Allah Söyle buyurmaktadır: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz...'' (Alu İmrân, 3/110).


Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmişbir toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I- Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).

Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu buyruğu ortaya koymaktadır: "Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388). şu âyet de ibretle düşünmeyi gerektirmektedir:

"...onlar, (İsrailoğulları) birbirlerine hiçbir münkeri yasaklamadılar. Yemin ederiz ki yapmakta oldukları şey çok kötü idi..." (el-Mâide, 5/78-79). Yine başkâ âyetlerde müşriklerden başka, müminlerin karşısında münkeri emreden, marufu yasaklayan, böylelikle Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak, emredilenin tam tersini yapan münâfıklar da zikredilir (bk. et-Tevbe, 81/67).



Hz. Peygamber'in çeşitli buyruklarında müslümanların her birinin birer çoban olduğu, elleri altındakilerden sorumlu bulunduğu, mü'minler arasında canlı ve sürekli bir toplumsal birliktelik ve beraberliğin olması, dâima zayıfın hakkının güçlüden alınmasından yana tavır takınılması, cihadın en faziletlisinin zâlim bir devlet başkanına karşı hak bir söz söylemek olduğu belirtilmektedir.


Bir toplumda ma'rûfu emreden, kötülükten menedenler olmazsa giderek münker olan işler bírer kural haline, bir yaşama biçimi haline gelirler. Şeytanlar hak ile bâtılı karıştırır, doğruyu bozarlar; insanlara Allah'ı unuttururlar. Böyle bir toplumda müslümanın tavrını yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu buyruğunda bulmak mümkündür:


"Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz: Cehâlet sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar Ensâr ve Muhâcirlerden İslâm'a ilk giren kimseler gibidirler'' (Bezzâr, Mecmau'z Zevâid, VII, 271); "İyileriniz zâlimlerinize yardakçılık eder; Fıkıh kötülerinizin, saltanat da küçüklerinizin eline geçer. İşte o zaman fitnenin hücumuna uğrar ve birbirinize düşersiniz" (a.g.e., VII, 286); ''(Bu durumda ise) açık günahlar herkese zarar verir, kötüler iyilere musallat olur, iyilerin de kalbi mühürlenir, lânetlenirler. Fitne günlerinde ise sabırlı olmak ateşi kor halinde elde tutmak gibidir" (Kenzü'l-Ummâl, II, 68-78).


Marufun emredilmediği, münker den alıkonulmayan toplumların nasıl helâk edildiği, nasıl Allah'ın azâbının onları kuşattığı Kur'an-ı Kerîm'de hemen her sûrede zikredilmektedir (A ' râf, 7/163 vd).


İslâm bilginleri, bir şeyden korkarak kötülüğe engel olmamanın âdeta o kötülüğü kabul etmek ve ona katılmak anlamına geldiğini; asıl korkunun Allah'tan korkmak olduğunu; iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek görevinin eceli yaklaştırmadığını ve rızkı kesmediğini; ancak göz göre göre tâkat dışı belâya direnmenin de câiz olmadığını söylemişlerdir (Kenzü'l Ummâl, II, 141 vd).


İnsanlar için en hayırlı topluluk olan İslâm ümmetinin bireyleri birbirlerinin bütün dertleriyle ilgilenen kişilerden meydana gelir.


Marufu emretmek, münkerden alıkoymak görevini İslâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu iş câhillere bırakılmaz.(Not: Bunun bir gerekçesi vardır ve yazar tarafından ileride açıklanmaktadır, bu açıklamaya da dikkat edilmesi gerekmektedir.) Çünkü câhiller her şeyi altüst ederler, kavram ve değer kargaşasına yolaçarlar. Görevin yerine getirilmesinde ana ilke her müslümanın ahirette hesap vereceğini bilmesi bilincidir. Toplumlar genelde ikiye ayrılırlar: Maruf toplumlar, münker toplumlar. Münker toplumlar oluşmuş veya oluşmaktâ iken, müslümanların ma'siyete, münkere, tâğuta itaatten kaçınmaları farzdır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 144). Yani müslümanların her münker toplumunu maruf toplum, İslam hükümlerinin yaşandığı toplum haline getirmeleri fârz kılınmıştır. Çağdaş demokrâtik-laik toplumlar dini sadece Allah'la kul arasında bir mesele olarak görürler ve İslâm'ın maruf münker ilkesinin sadece ahlâkı bir mesele olduğunu vâzederler. Halbuki hayatın bütün yönlerini Allah ve Resulunün emir ve yasakları doğrultusunda yaşamak ve münker toplumları İslâmî toplum haline dönüştürmekle görevli olan müslümanların bu durumuyla demokratik ilkeler birbirine hem karşıt, hem de çelişiktir. Bu sebeple müslümanların her zaman marufu emretmeleri, münkerden sakındırmaları mümkün olmaz; karşılarına münker toplumun emir ve yasakları çıkarılır. İşte bu noktada müslümanlar için şu buyruk geçerlidir: "Ey iman edenler siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtanlar size zarar veremezler" (el-Mâide, 5/105). Çağdâş toplumla müslümanın çelişkisi onun, ancak Allah'a ve Resulune itaat edeceği gerçeğinden dolayı İslâmî bir yaşayışı gerçekleştirmesini zorunlu kılar. Bir yandan bu yolda çalışırken öte yandan münkerlerle mücâdele kesintiye uğramaz, marufun emredilmesinden geri kalınmaz. Bu nokta şunun için önemlidir: Maruf, ne salt ahlakçılık demektir, ne de İslâm'ın ana ilkelerinin yerine insan haklarının geçirilmesidir. Maruf, tek kelimeyle İslâm'ın kendisidir. Münker de, aslı itibariyle veya ahlâkı açıdan sadece kötü şeyler değil, tam anlamıyla İslâm'ın yasakladığı her şeydir. Yeryüzünün değişik yerlerinde, değişik rejimlerde ve şartlarda yasayan müslümanlar için değişmeyen ölçü budur. Bunun tek yöntemi de Rasûlullah'ın sünnetidir. "Size peygamber neyi verdiyse onu benimseyiniz..." (Haşr, 59/7).


Gerçek maruf-münker görevi, en başta insanın kendisinden başlayarak yapılır (Bk. el-Bakara, 2/44). Bazı insanlar her devirde, Resule itaati söylerler, kendileri itaat etmezler; sadakayı emrederler, kendileri vermezler. İşte şu ayet-i kerimede onlar uyarılmaktadır: "Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Düşünmez misiniz?" (el-Bakara, 2/44). İyiliği emredip kendileri yapmayanlar için hesap gününde dudaklarının ateşten makaslarla kesileceği haberi verilmiştir (İbn Kesir, 1, 8).


İkincisi, Rabbin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağırmak, insanlarla en güzel şekilde tartışmak, azgınlara bile yumuşak söz söylemektir (en-Nahl, 1 6/ 1 25; Tâhâ, 20/43).


Sonuçta marufun emredilmesi, münkerin yasaklanması meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil; aile, hukuk, siyaset ve ekonominin her zaman içiçe geçmiş bir şekilde şerîatın gerekleri doğrultusunda savunulması ve yaşanması demektir. Bu, sistemli bir davet çalışmasını gerektirir. İslâm'ın ilk yayılışı da böyle olmuştur. Ehl-i kitab'a karşı veya müşriklere ve diğer gayri İslâmî zümrelere karşı tek geçerli davet metodu Resulullah'ın sünnetidir. Bunu ancak Resulullah'ın sünnetiyle açıklayabiliriz. 


Öte yandan, İslâm toplumlarında ise marufun emredilmesi, münkerin yasaklanmasında ictihada giren konularda uyarıcılık yapılmaz. Meselâ Hanefiler, unutularak besmelesiz kesilen hayvanın etini yiyen bir Şâfiîye, "Bu yediklerin haramdır" şeklinde bir uyarıda bulunamaz; zira bunlar Şâfiî'ye göre helâldir. İşte emri bi'l-mâ'rûf nehyi ani'l-münkeri herkesin yapamamasından kasıt budur. Ancak, herkesin bildiği büyük-küçük günahlar, dinin kesin yasaklamaları hakkında herkes bu görevi yerine getirir (İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûmi'd-Din, Emri Bi'l-Mâ'ruf ve Nehyi Ani'l-Münker bölümü). Fakat Şâfiîler, besmelesiz kesilen hayvanların etini yemek isteyen Hanefilere ikazda bulunabilir. 


Enes b. Mâlik'ten rivâyet edilen bir hadiste şöyle bir hüküm bulunmaktadır: "Biz Allah'ın Resulune 'Ey Allah'ın Rasûlü, biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?' diye sorduk. Resulullah şöyle buyurdu:


"Siz iyiliğin tamamını işlemezseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız" (Taberânî).


Hz. Lokman'ın oğluna öğüdü her zaman ve mekanda uyarıcının hâlini beyan eder: "Yavrum, namazı gereği üzere kıl; iyiliği emret ve fenâlıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir" (Lokman, 31/17).


Sait KIZILIRMAK


-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Emri bil maruf nehyi anil münkere İslam Ansiklopedisi'nden kısa bir giriş yaptıktan sonra www.dinimizislam.com sitesinden aldığımız aşağıdaki yazılarla konunun kendi zihnimizde daha da oturmasına gayret edeceğiz. Emr-i maruf ve nehy-i münker hakkında yazılan aynı sitedeki yayınlara bu linkten ulaşabilirsiniz.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------


Emri maruf farz-ı kifayedir

Sual: Emr-i maruf farz olduğuna göre, gördüğümüz her yanlışı düzeltmek, hatta güç kullanarak müdahale etmek gerekmez mi?


CEVAPGerekmez. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır; ama cenaze namazı kılmak gibidir. Yani farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Herkese farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Diyelim ki, Ehl-i sünnete uygun bir ilmihal yazılmışsa, yeniden bir ilmihal yazmak gerekmez. Mevcut olanın yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapılmış, farz sevabı alınmış olur.

Emr-i marufu devletin jandarma, polis, zabıta gibi görevlileri güç kullanarak, âlimler sözle, yazıyla diğer insanlar kalble, dua ile yaparlar. Hiç kimsenin, görevi olmayan işe karışıp fitneye sebep olmaya hakkı yoktur. Herkes vazifesini bilmelidir.



Emr-i maruf yaparken

Sual: Emr-i maruf yapmanın ölçüsü nedir?

CEVAPEmr-i maruf herkese farz değildir. Farz-ı kifayedir. Yani emr-i maruf yapan varsa, diğerleri sorumlu olmaz. Emr-i maruf nehy-i anil münkerin ölçüsü şudur:

Hükümet güç kullanarak, âlimler söz ve yazı ile, diğer insanlar kalb ve dua ile, bir de imkânı nispetinde, âlimlerin kitaplarının yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapar. 

Sözümüzün geçeceği kesin biliniyorsa, günah işleyenlere emr-i maruf yapılır. Eğer günah işleyen, tatlı sözle edilen nasihati dinlemezse, fitne de çıkacaksa susulur. Tepki gösterecek kimseye, emr-i maruf yapılmaz.


Emr-i marufun önemi

Sual: Herkesin emr-i maruf ve nehy-i münker yapması, [iyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışması], mesela, bir haksızlık karşısında eylemlerde bulunması, farz değil mi? Haksızlık karşısında susmak caiz midir? Yoksa bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı diyelim?

CEVAP

Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Â. İmran 104]



Maruf, dinimizin emrettiği, münker ise, dinimizin yasakladığı işlerdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur, cahillik, fitne ve fesat her yeri kaplar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen bir kimse, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, gazete, dergi, radyo, tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese]bildirsin, [imkanı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse], Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi]



(Ümmetimin bir kısmı, kabirlerinden maymun ve domuz şeklinde kalkar. Bunlar Allah’a isyan edenlere, nehy-i münker yapmayan kimselerdir.) [Ebu Nuaym]

(Bir toplumda, gücü yettiği halde, günah işleyenlere, mani olmayanlar, ölmeden önce de, Allahü teâlânın azabına maruz kalırlar.) [İbni Mace]

(Kötülük men edilmezse, azap o milletin hepsine birden iner.)[Hakim]

(Geçmiş ümmetlerden bir kısmı çeşitli azaba uğradı. Bunların arasında iyiler yok muydu) denildiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki: 
(Hep birlikte helak oldular. Zira günah işlenirken iyiler susmuştu.)[Taberani]


Âlimlerin, güçleri yettiği kadar, fitneye sebep olmadan idarecilere, emr-i maruf yapması gerekir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

(Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, hak yolu gösteren bir söz söylemektir.) [Tirmizi]



Emr-i maruf yaparken, fitne çıkarmamaya çok dikkat etmelidir. Zarar geleceği bilinirken, günah işleyen herkese, emr-i maruf yapmak yanlıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamette, bir kimseye, günah işleyene, niçin engel olmadığı sorulacak, o da, “Onun zararından korktum, Allah’ın affına güvendim” diyecek ve mazur görülecektir.) [İ Mace]



(Zalimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etmelidir.)[F.Bilgiler]

(Bozuk bir işi [nasihat ederek ve diğer meşru yollarla]düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki]



Son hadis-i şerif, saldırganlığı değil, meşru yollardan öğüt verip sabretmeyi emretmektedir.

Kudreti varken, gücü yeterken, haram işleyene mani olmamak müdahene olur.



Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur.



Günah işleyene müdahale

Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur.



Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok yerde iyi ise de, gücü yetenin hakkı, hayrı söyleyecek yerde susması yanlıştır.



İlmin zekatı, ancak ilmi öğretmekle ödenir. Âlimin mürekkebi, şehidin kanından üstün olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. 

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapan kimselerdir.)[İ. Gazali]



Hazret-i Ebu Bekir, (Ya Resulallah, müşriklerle savaştan başka cihad var mı) diye sorunca, Peygamber efendimiz cevap olarak buyurdu ki: 

(Evet, şehidlerden üstün mücahidler vardır. Emr-i maruf yaparlar, salihleri sever, facirlere buğzederler.) [Tibyân]



Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Bunlar öğretilmezse, İslamiyet yıkılır, yok olur.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun!)[Tahrim 6]



Kötüler de hizmet edebilir
Sual: Dine hizmet edecek kimselerin mutlaka salih Müslüman olması mı gerekir? Günahkâr insan da hizmet edemez mi?

CEVAP

Öyle bir şart yok. Herkes hizmet edebilir. Bir hadis-i şerif meali:


(Allahü teâlâ, bu dini bir facirle de kuvvetlendirebilir.) [Buhari]



Facir, haramlara dalmış günahkâr ve kötü insan demektir. 



Emr-i maruf yaparken
Sual: Samimi olduğum arkadaşlarıma bile emr-i maruf yapamıyorum. Mesela birine, (Seni sabah namazında göremiyorum) desem, teşekkür etmeyi bırakın, ne bahaneler buluyor. Bu da yetmiyor. Sen benim kusurlarımı mı arıyorsun? Sen de şunları yapıyorsun ya diyor. Bir hakkı kabul etmemek neden ileri gelir?

CEVAP

Hakkı kabul etmemek kibirden ileri gelir. Kibirli kimse, tenkit edilmekten hiç hoşlanmaz. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurları ile meşgul olur. Bir çocuk bile, bir cahil bile bize bir nasihat verse, onu memnuniyetle kabul etmeliyiz. Bir hadis-i şerif meali:

(Bir kimseye dini bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir nimettir. Şükrederek onu kabul etmesi ne iyidir. Kabul etmezse Allahü teâlâ onun günahını arttırır ve ona daha fazla gazap eder.) [İ. Asakir] 



Deli denilmedikçe
Sual: (Bir kimseye deli denilmedikçe, imanı tamam olmaz) hadis-i şerifindeki deliden maksat nedir?

CEVAP

Deli, kârını, zararını düşünmeyen kimsedir. Bazı kimseler, insanların, dünya ve ahiret saadetine kavuşması için, aklını, fikrini dinin yayılmasına vermiştir. Hiç kârını, zararını düşünmeden çalışır. Kendi rahatını düşünmez. İnsanlar böyle kimselere deli derler. Eshab-ı kiramın hepsi böyle çalışmıştır.



Bir İslam âlimi, (Siz eshab-ı kiramı görseydiniz, deli derdiniz. Onlar sizi görseydi, acaba bunlar Müslüman mı, diye tereddüt ederlerdi) buyuruyor. Hazret-i Ebu Bekir, insanların azap görmemesi için kendi vücudunun büyültülerek Cehenneme atılmasını istiyor. İşin mahiyetini bilmeyenler, böyle merhametli Müslümanlara deli diyebilirler.(Mektubat-ı Rabbani)



Borçlunun yardımı

Sual: Borçlu bir kimse, dini yayan yani farz olan emr-i maruf görevini yapan yerlere yardımda bulunabilir mi?

CEVAP

Taksitli borçları varsa, yardım etmenin hiç mahzuru olmaz. Günü gelmiş âcil borçlar varsa, fitneye sebep olmayacak kadar borçlar ödenmeli, arta kalanıyla da, emr-i maruf yapan yerlere yardım etmek çok iyi olur.



Deli denene kadar
Sual: Ebu Ya’la’nın bildirdiği bir hadiste, (Size mecnun [deli] denene kadar, Allah’ı çok zikredin!) deniyor. Allah’ı çok zikredene, insanlar niye deli desinler ki?

CEVAP

Bir hadis-i şerifi, başka bir hadis-i şerif açıklayabilir. Yukarıdaki hadis-i şerifi açıklayan başka bir hadis-i şerifin meali şöyledir:

(Münafıklar size mecnun diyene kadar, Allah’ı çok zikredin!) [İ. Ahmed]



Genelde deli diyenler, münafıklardır, mürtedlerdir, dinsizlerdir. Meseleyi iyi bilmeyen Müslümanlar da deli diyebilir. Bir hadis-i şerif meali daha:

(Bir kişiye deli denmedikçe, o kişinin imanı tamam olmaz.) [M. Rabbani 1/65]



Buradaki deli de, aynı anlamdadır. Hizmet delisi mânâsındadır, çünkü nefs kâfir olduğu için, bu hizmete engel olur. İnsan nefsini ayaklar altına alıp, bir kişiyi daha Cehennem ateşinden kurtarmak için yola çıkarsa, insanların hidayeti için gece gündüz demeden çalışırsa, doğru din kitaplarını tavsiye eder ve bu kitapları, hiçbir karşılık beklemeden tanıdıklarına verirse, münafıklar gibi, nefsi de ona, sen delisin der. Cahil insanlar da deli der.



İlmi yaymak cihaddır
Sual: Ehl-i sünnet kitaplarını dağıtarak ilmi yaymak, cihad için verilen sevaba kavuşturur mu?

CEVAP

Evet, kitap dağıtarak dini yaymak günümüzün cihadıdır ve bildirilen faziletlere kavuşturur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatîb]



(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada [savaşa]verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi]



Görüldüğü gibi, ibadetlerin sevabı Allah yolunda savaşmanın sevabına göre çok azdır. Bu cihad sevabı da emr-i marufun yanında denizde damla kalıyor. Emr-i maruf yaparak çok sevab kazanmak isteyen, nakli esas alan muteber din kitaplarını yaymaya çalışmalıdır.



Hattâ ilim öğretmek, ilim öğrenmekten daha sevabdır. İlim öğrenenin ve öğretenin rızkına Allahü teâlâ kefildir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(İlim öğrenmeye çalışanın rızkına Allah kefildir.) [Deylemî, Hatîb]



(Cihada sarılın ki, sıhhat bulasınız ve zenginleşesiniz.) [İ. Adiy]



Dine hizmet ederken

Sual: Dine hizmet etmek için neler yapmak gerekir?

CEVAP

Dinimize hizmet etmek için, Müslümanların gayrimüslimlerde bulunan savaş araçlarının hepsini yapmaları ve kullanmaları farz-ı kifayedir. Asrımızda gayrimüslimler her türlü propaganda yoluyla soğuk savaş yapıyor, İslamiyet’e saldırıyor, gençleri aldatmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, her türlü teknolojiyi kullanarak gayrimüslimlerin soğuk savaşına karşı koymalı. Kitap, dergi, gazete, radyo, TV ve internetle İslamiyet’in üstünlüğünü, faydalarını hem Müslüman yavrularına öğretmeli, hem de bütün dünyaya yaymalı. Bunu yapabilmek için, İslam bilgilerinin fen kollarını da iyi öğrenmeli.



İslam’a hizmet etmek ve din düşmanlarının yalanlarını, iftiralarını yüzlerine çarpabilmek isteyenlerin, lüzumlu fen bilgilerini ve Ehl-i sünnetin temel bilgilerini iyi kavramaları gerekir. Bu ikisinden birinde eksiği olanların İslamiyet’e faydaları değil, zararları dokunur, fitneye sebep olur. (Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder) sözü meşhurdur.



Köylere Kur’an kursları açılmalı, ilmihal bilgileri de öğretilmeli. Her Müslüman, din bilgilerini öğrettikten sonra, oğlunu liseye, üniversiteye de göndermeli. Dinini, vatanını seven Müslümanlar, çocuklarını okutmazsa, devlet işleri, propaganda vasıtaları, art niyetli, kötü kimselerin elinde kalır, dinsizlik yayılır. Dinimize, vatana ve millete hizmet etmek için, üniversiteyi bitirmek ve daha da çalışmak gerekir. Her gün çarpışan İslam ile küfürden biri, elbette ötekini yener. Bu ölüm kalım savaşına katılmayan, hatta bundan haberi bile olmayan ahmaklar, ahirette ağır cezaya maruz kalacaklardır. Allahü teâlâ çalışana yardım eder. Boş oturanı sevmez ve yardım etmez. O halde, dinimizi yaymak için uygun şekilde çalışmalıdır.



İlmi yaymak

Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kitapları yaymak, onları yazan âlimler gibi sevab kazanmaya sebep olur mu?

CEVAP

Elbette, bunlar birbirine bağlıdır. Din kitabı yazılmasa, din nasıl yayılabilir ki? Tersi de böyledir. Bir kitap yazılır, öylece rafta durur, yayılmaz ve okunmazsa insanlar faydalanamaz. Onun için kitabı yazan zatlar, emr-i marufun önemini bildiğinden, onun yayılması için gerekli tedbirleri alır. Fıkıh ilmi önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiği, sevdiği kulunu fıkıh âlimi yapar.)[Taberanî, Beyheki, Bezzar]



Yani hakiki âlim çok kıymetlidir. Allahü teâlâ, sevdiği kimseleri âlim yapar. Daha çok severse bu âlimi dinin yayılmasına hizmet ettirir. Dinin yayılmasına hizmet edenler de, Allahü teâlânın sevgili kulları arasınagirerler. Onun için, (Allah bir kulu severse fıkıh âlimi yapar, daha çok severse fıkıh ilmini yayıcı yapar) buyurulmuştur. Bu kitapların yayılması için çok çalışmalıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, bir zata yazdığı mektupta buyuruyor ki:

Sizin bu nimete kavuşmanız, İslamiyet bilgilerini ve fıkıh hükümlerini yaymakla olmuştur. O hâlde, din bilgilerini ve fıkıh ahkâmını yaymaya elinizden geldiği kadar çalışınız! Bu ikisi bütün saadetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. (1/275)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Emri bil maruf nehyi anil münkere İslam Ansiklopedisi'nden kısa bir giriş yaptıktan sonra www.dinimizislam.com sitesinden aldığımız yazılarla konunun kendi zihnimizde daha da oturmasına gayret ettik. Emr-i maruf ve nehy-i münker hakkında yazılan aynı sitedeki yayınlara bu linkten ulaşabilirsiniz. Konu ile ilgili yazılmış olan alimlerin kitaplarından ve ilmihallerden istifade edebilirsiniz, İnternetteki ehli sünnet olan muteber sitelerden faydalanabilirsiniz, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan (çeşitli iletişim kanallarıyla) bilgi alabilirsiniz. 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------



Bir Hadis:

"Allah ındinde en büyük ve en sevgili sadaka: İnsanların hak üzerine konuşmasıdır" (Hak üzerine konuşmak, hakkı sıyanet etmek[korumak] herkese vacib ise de ilm adamlarına farzdır.)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...