16.5.20

TÜRK GEMİSİ T.C.G. MUAVENET'E AMERİKAN BOMBASI --(Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler - 6. Bölüm)


Unutmamamız Gerekn Bir Hadise Daha! Bu sefer 1993 yılından. (Önceki 5 makalemin devamı olarak paylaşıyorum)



-- TÜRK GEMİSİ T.C.G. MUAVENET'E AMERİKAN BOMBASI --

T.C.G. Muavenet, 1942 Amerikan yapımı yaşlı bir gemiydi. 1971’de Türkiye bu geminin mülkiyetini alarak bir Türk zırhlısına çevirdi. 2. Dünya Savaşını görmüş bu gemi, Pasifikte kamikaze saldırılarına uğramış, 1946 da yedeğe çekilmiş, 1952’de Kore savaşında aktif göreve döndürülmüştü. NATO’nun Akdeniz’de Türkiye ve İran’ı tehdit eden Sovyet yayılmacılığına karşı bir cevap olarak oluşturduğu 6. Filoda da görev almıştı. O dönemde Türkiye Boğazlar ve Doğu Anadolu’da, İran ise Azeri Türklerinin yoğun yaşadığı Kuzey İran’da olası bir Sovyet işgali tehdidini yaşıyordu.

1971’de geminin mülkiyetini Türkler Amerikalılardan satın aldı. Türk gemisi olduktan 3 yıl sonra 1974’te Kıbrıs Harekâtında kullanıldı. Bu gemi kiralama yöntemi ile de donanmaya katılabilirdi. Bu durumda da gemiyi satan ülkenin geminin kullanılmasında söz hakkı olurdu. T.C.G. Muavenet kiralanmayıp satın alındığı için artık tam bir Türk gemisi olmuştu.

Tarihler Ekim 1992’yi gösterdiğinde yarım asırlık gemi T.C.G. Muavenet, bir NATO tatbikatına[1] katıldı. Tatbikatta iki kuvvet vardı, birincisi kahverengi kuvvetler, ikincisi yeşil kuvvetler. Türk gemisi yeşil kuvvetlerdendi. Amerikan uçak gemisi Saratoga kahverengi kuvvetlerdeydi. Ege Denizi'nin kuzey kesimindeki Türk topraklarında yer alan Saros Körfezi kahverengilerin hedefindeydi. Yeşiller ise Saros’u korumakla görevliydi.

2 Ekim saat 23:25, Türk gemisinde personelin çoğu istirahate çekilmişti. Sakin bir hava hakimdi. Saratoga’da ise tam tersi bir hareketlilik vardı. Komutadaki amiralden “Sea Sparrow” füzelerinin ateşlenmesi için izin istedi bir Yarbay ve istediği izni aldı. Emrindeki Yüzbaşı’ya tatbikata füze atarak katılacaklarını bildirerek gerekli hazırlıkların yapılması emrini verdi. Oysa bu tatbikat “fiili atış bölümü” olmayan bir tatbikattı. Saratoga uçak gemisi en üst alarma, savaş durumuna geçti. Yüzbaşı füze sisteminin ateşlenmesi için füzelerden sorumlu astsubaya hazırlık emirlerini vermeye başladı. Füzenin emniyeti açıldı. Ateşleme 6 ayrı kararın ayrı ayrı odalardan verilmesiyle tamamlanan 4 aşamadan oluşuyordu. Her bir aşama aynı zamanda bir anahtar ve ateşleme öncesi bir kontroldü. İlk olarak eğitim kodu girildi, ardından radar izleriyle hedef belirlendi. Hedef T.C.G. Muavenet’ti. Radarlarla hedefe kilitlendi. Üçüncü olarak alarm uyarıları devreye alındı. Dördüncü ve son adım ateşlemeydi. 23:54’te ateş emri verildi.

Füze kontrol kamarası astsubayları bunun gerçek bir atış olmasına şaşırırlar ve defalarca emir tekrarı istediler. “Bu bir tatbikat mı yoksa gerçek bir durum mu?” diye ısrarla sordular. Aldıkları cevap : “Bu bir gerçek durumdur, tatbikat değildir!” Defalarca ateş emri alan görevli astsubaylar görevli Yüzbaşının verdiği son “Atış serbest” emiriyle saat 00:04’de füze sistemini ateşledi. İlk füzenin ateşlenmesinden 2 saniye sonra ikinci füze de ateşlendi. O esnada Türk gemisinde gecenin karanlığında nöbette olan Türk askeri sancak tarafından iki büyük, adeta kör edici ışık gördüler. Işıklar önce havaya doğru, sonra da doğrudan üstlerine doğru gelmeye başladı. Füzelerin Türk gemisine ulaşması 17 saniye sürdü. İlk füze hedefi olan kaptan köşkünü tam isabetle vurdu. 2 saniye sonra harekât merkezi ikinci füzeyle vuruldu. Telsizler ve geminin komuta edildiği yerler paramparça oldu. Türk askerleri siper aldı. Gemide yangın çıktı. İki füze de hedefini “tam isabetle” vurmuştu. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Levent K. Güngör[2], Teğmen Alpertunga Akan[3], Astsubayı Serkan Aktepe, Çavuş Mustafa Kılıç ve Er Recep Atak şehit oldu. Ancak gemide çıkan yangının cephaneliği patlatma riski bulunuyordu. Cephaneliğin patlaması geminin 300’den fazla askeriyle bir anda sulara gömülmesi anlamına geliyordu. Orada Türk subayları kahramanca bir karar aldı. “Gemi terk edilmeyecek!” Derhal cephanelikler boşaltılmaya ve hatta patlamasın diye denize atılmaya başlandı. Mürettebatın kahramanca gayreti ile yangın güçlükle söndürüldü. Onlarca yaralı vardı.

Füze ateşlendikten çok kısa bir süre sonra Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan kalkan bir helikopter füze parçalarını toplamaya geldiyse de Türk askerleri müsaade etmedi. Füze parçaları yapılan saldırının açık kanıtlarıydı, teslim edilmesi düşünülemezdi.

Şehit yakınları ve gaziler ABD’de dava açtıysa da Amerika yargısı olayı 1997’de "siyasi mesele” olduğu gerekçesiyle karar vermeden kapattı. Karar temyiz edildiyse de 7 yıl sonra temyiz mahkemesi de kararı onayladı[4]. Şehit yakınları ve gaziler Türk gemisini vuran Amerikalıları dava ettikleri Amerikan mahkemelerinden elleri boş ayrıldı. Amerikan mahkemeleri ise konunun tazminat gerektirecek bir hatadan çok siyasi bir konu olduğunu tescillemiş oldu. Saratoga’nın operasyon bölümü olaydan sadece bir yıl önce Amerikan donanmasının en iyi yedi gemisi arasında gösterilerek ödüllendirilmişti! Böyle bir operasyon bölümünün “eğitimsizlik ve disiplinsizlik” nedeniyle çok sayıda emri yanlışlıkla verip çok sayıda kodu yanlışlıkla girmesi ve ortak tatbikattaki “dost” bir gemiyi tam isabetle iki defa en kritik bölgelerinden vurması imkânsızdı. Üstelik füzeler yarı aktif güdümlü sınıfta olduğundan atıldıktan sonra dahi yönü değiştirilebilir, “yanlışlık” giderilebilirdi. Ama yapılmadı. Türk gemisi vuruldu.

T.C.G. Muavenet’in aldığı hasarlar telafi edilemez boyuttaydı, dev gemi çok ağır yaralanmış, batmaktan son anda kurtulmuştu. Başka bir Türk gemisinin yedeğinde Türk limanına çekilerek bir yıl sonra parçalandı. T.C.G. Muavenet o tarihe kadar Akdeniz’deki ülkelerin elinde bulunan en hızlı[5] savaş gemisi olmasının yanında mayın döşeme özelliğine de sahipti ve Türk donanmasının elindeki en fazla namluya sahip gemisiydi. Türk donanması 300’ün üstünde mürettebatıyla çok büyük bir ateş gücüne sahip önemli bir gemisini ve yetişmiş tecrübeli subay ve askerlerini kaybetmişti.

Bu henüz başlangıçtı. PKK Terörü ve PKK terörünün perde arkasındaki destekçileri “büyük” ülkelerle mücadele eden Türkiye için 1993 yılı da son derece hareketli geçecek, Türk tarihinde unutulmayacak çok sayıda olay yaşanacaktı.
  • 24 Ocak 1993 Gazeteci Uğur Mumcu evinin önünde arabasına yerleştirilen bombayla suikasta uğradı.
  • 5 Şubat 1993 Devlet Bakanı Adnan Kahveci şüpheli bir trafik kazasında, 14 sene sonra açılacak Bolu Dağı Tüneli inşaat alanında hayatını kaybetti.
  • 7 Şubat 1993’te geleceğin genelkurmay başkanı gözüyle bakılan ve Turgut Özal tarafından PKK’yı bitirmekle görevlendirilen Orgeneral Eşref Bitlis “Adana İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçaklarının, PKK'ya yardım dağıttığı" açıklamasını yaptı.
  • 17 Şubat 1993’te PKK sorununu çözmek ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı PKK Kürt Devleti'ne karşı çıkan  ve ABD aleyhine açıklamalarda bulunan Orgeneral Eşref Bitlis içinde bulunduğu uçağın[6] henüz aydınlanamayan şüpheli nedenlerle düşmesi sonucu şehit oldu.
  • 17 Nisan 1993 Cumhurbaşkanı Turgut Özal şüpheli bir kalp kriziyle hayatını kaybetti.
  •  24 Mayıs 1993 Bingöl-Elazığ karayolunda 33 sivil er silahsız pusuya düştü ve şehit edildi.
  •  2 Temmuz 1993’te Türkiye’de alevi sünni çatışması çıkarılmak gayesiyle kanlı Madımak Oteli provokasyonu düzenlendi.
  • Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın 22 Ekim 1993 tarihinde öldürüldü. (Terör örgütü üstlenmedi)
  • 4 Kasım 1993’de, 17 Mart 1993'te ordudaki görevinden 30 arkadaşıyla birlikte istifa eden Erzurumlu Binbaşı A. Cem Ersever Ankara Elmadağ'da ölü bulundu.

Elbette T.C.G Muavenet ve sonrasındaki olaylar silsilesi bir tesadüf değildi.




[1] Display Determination 92 – (Türkçesi: Kararlılık Gösterisi 92)
[2] Öncesinde Moskova’da Ateşelik görevi de yürütmüştür.
[3] Şehit olduğu tarihte henüz 7 günlük evlidir.
[5] Saatte 34 deniz mili, 63 km/s
[6] Beechcraft B200 King Air tipi uçak









12.5.20

Efsane Tank - (Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler - 5. Bölüm)

Tarihimizdeki olaylardan bazıları film gibi, ama bilmiyoruz. Yabancılar ise olmayan uydurma hikayelerini gerçekmiş gibi filmleştirebiliyor ve ne acı ki biz bunları hayranlıkla izleyebiliyoruz. Kıbrıs dağlarında kalan EFSANE TANK da tarihimizdeki FİLM GİBİ AMA GERÇEK hikayelerden biri. Unutmamak adına önceki dört Kıbrıs makalelerimin devamı (5.Bölüm) olarak paylaşıyorum.


Türk ordusu sarp yamaçlarda ilerleyişini sürdürüyordu. Beşparmak dağlarının zirvesi 1023 rakımlı tepeden Rumlar uçaksavarlarla mukavemette bulunuyordu. 2 Ağustos saat 18:00’da 61’inci Piyade Alayı 13 şehit vererek tepeyi ele geçirdi. Hava o kadar sıcaktı ki bayılanlar oluyordu. Dağın yüksek noktası ele geçirilse de henüz dağ tamamen düşmandan temizlenmemişti. Bu şartlar altında kahramanca bir hamle için emir verdi Tümen komutanı
[1]. Rum birliklerine dar dağ yolları geçilerek yan ve arka taraflarından saldırılacak, düşman hattı çembere alınarak imha edilecekti.

Bu özel görev için özel bir birlik görevlendirildi[2]. Birliğin başında Albay Hikmet Müfit Uğur vardı. Kore’de de görev almış kahraman bir albay. Birlik 2 tank, 5 zıhlı personel taşıyıcı ve 5 top arabasıyla takviye edildi.[3] Dağ sarp, yol dar, görev zordu. Yola çıkıldı. Yolda birliği gören bir subay Albay Uğur’a bağırır: “Komutanım nereye gidiyorsunuz, ölüme gidiyorsunuz!” Komutan istifini bozmadan cevap verdi: ”Hayır, verilen görevi yapmaya gidiyoruz!”

Hava kararmaya başladı. Karanlıkta yola döşenmiş mayınların tespiti neredeyse imkânsızdı. Tümen komutanına durum iletildi, ancak emir kesindi; ilerlenecek. Karanlıkta konvoy düşmana görünmemek için ışıklarını kapattı. Yolun sağı uçurum, solu sarp kaya, önü düşman mevzileriydi. Dar yolda tankın paletlerinin bir kısmı yer yer boşlukta ilerliyordu. Kornos tepeye yaklaşılırken önden giden tank mayına denk geldi. Tonlarca ağırlık bir buçuk metre havalandı. Paletleri hareket edemez hale gelir. O anları tankın Van Erciş’li yiğit şöförü Abdulkadir Kurt şöyle anlatıyor:

"Beşparmak Dağı'na komandolara destek vermeye gittik. Büyük bir mücadele vardı. İlerlerken tankımız mayına çarparak yaklaşık bir buçuk metre havalandı, hasar gördü. Dağa çıkarken sürekli bize ateş açılıyordu. Tankın içinde büyük bir mücadele verdik. Her taraftan ateş geliyordu, biz de onlara karşılık veriyorduk. Allah bize fırsat verdi, onlara büyük bir zayiat yaşattık. Allah’ın yardımıyla          cephaneliklerini vurduk. Arkadaşlarımızla, 'Ya şehid oluruz ya kazanırız' dedik. Tankın içinde altı saat çarpıştık. Etrafımızda düşmanın sesleri duyuluyordu, bağırıyorlardı ama korkmadık mücadele ettik. Rumları püskürttük. Mühimmatımız azalınca bir arkadaki tanka geçtik, oradan da birliğimize döndük.”

Tankın mayına çarpmasıyla karşıdaki Kornos Tepe’den yoğun düşman atışı başlamıştı. Dar bir alanda geri dönüş manevrası dahi yapılmasının imkânsız olduğu bir dağ yamacında şehit vermeden geri çekilmek gerekiyordu. Albay Uğur bir müddet çarpıştıktan sonra geri çekilin emrini verdi. Top arabaları ve personel taşıyıcı araçlar geri manevra yaparken ağır Rum ateşi sürüyordu. Kornos Tepe yönünden açık hedeftiler. Ama Kornos Tepe’deki düşman kuvvetlerinin daha büyük bir sorunu vardı. Efsane tank ve kahraman mürettebatı[4].


Efsane Türk Tankı

Saatlerce direndiler. Mayının verdiği hasarla yaralanmışlardı, topun elektronik hareket mekanizması hasar almış. Tank topunu döndürme ve nişanlama işlerini çıplak elleriyle yapıyorlardı.

Çatışmaları şöyle anlatır Tank mürettebatından Konyalı Gazi Onbaşı Hasan Erdağı:
"Bir tarafımız uçurum, diğer yanımız mayın. Onları püskürterek ilerlememiz devam ediyordu. Akşam 20.30-21.00 civarını buldu. Karşıdan ateş açılıyor, 3-4 saat sürdü ilerlememiz. Komutanımızın 'İlerleyin' emri üzerine 200 metre kadar sonra mayına isabet ettik. Tankımız yara aldı. Katıldığımız birlik bizim etkisiz hale geldiğimizi düşünerek geri çekilmek zorunda kaldı. Allah'ın izniyle durum öyle değildi. Tankın nişancısıydım, elle manevra yaparak, ateş edilen yere topu çevirerek düşman istikamete mühimmatımızı boşalttık. Adeta akşam karanlığı gündüz halini aldı. Düşman geri çekilmek zorunda kaldı. Paletlerin dağılmasından dolayı tankı orada bırakarak terk ettik. Birliğe bir müddet sonra ulaşabildik. O anda en önemli görevi üstlenen kişilerdendim. Onlara esir düşmektense son kurşuna kadar savaşma kararı almıştık. Bu duruma da düşmeden karşı taraf çekilmek zorunda kaldı."[5]

Efsaneleşen tank sayesinde yüzden fazla asker dar dağ yolundan hiç şehit vermeden alayına dönmeyi başardı. Bu tank, Türk’e has atılganlık ve cüretkarlığın anıtlaşmış bir örneği ve simgesi olarak bugün dahi Beşparmak Dağlarında nöbetine devam etmekte, altında uzanan Türk şehri Girne’yi selamlamaktadır.




[1] 28. Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Osman Fazıl Polat
[2] 230. Piyade Alayının karargah bölüğü
[3] Emekli Albay Hikmet Müfit Uğur 26 Temmuz 2019 günü Kıbrıs Araştırmacısı Hasan Taş’la ropörtajı, Nişancı Gürler Erdağ ve Abdulkadir Kurt’un çeşitli tarihlerdeki ropörtajları
[4] Tank komutanı: Tnk. Ütğm.Mahmut Şanlitürk, Tank Mürettebatı: Onbaşı Gürler Erdağ, Er Abdülkadir Kurt, Er Recep Doğanyiğit, Er Hamdi Bal
[5] Gündem Kıbrıs Gazetesi Hasan Erdağı röportajı, 15 Ocak 2018

10.5.20

Bitmeyen Gece - (Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler - 4. Bölüm)

Komando tabur komutanı Yarbay Eruç’un aldığı emir Keskinsırt ve Yanıkçamlık bölgelerinin ele geçirilip Girne-Lefkoşa yolunun emniyete alınmasıydı. Ancak Atak tepe ve Doğruyol tepeden gelen kötü haberler tüm planları bozdu. Yolun kaderi birliklerin kaderini, birliklerin kaderi de harekâtın kaderini belirleyecekti.


Bitmeyen gece 20 Temmuzu 21 Temmuza bağlayan gece 00:20’de Rumlar tarafından çepeçevre sarıldıklarını anlayan Yarbay Eruç’un askerlerine şu emriyle başladı[1]:
“Bütün çabalarıma rağmen komutanlarımızla irtibat kuramadım. Bütün irtibatlar kesilmiş durumda. Bu emri tamamen kendi inisiyatifimle veriyorum. Emrin günahı benim, sevabı sizindir. Fazla zaman yok. Doğruyol ve Atak tepeler ne pahasına olursa olsun ele geçirilecek. Bunun için gerekirse kanımızın son damlası dahi feda edilecek. Haluk Üsteğmenim askerinle sen sağdan taarruzla Doğruyol tepeyi, Oğuz Üsteğmenim askerinle sen soldan taarruzla Atak tepe mevkiini ele geçireceksin. Gazanız mübarek olsun...”

Yarbay Eruç

Savaşın kaderi iki tepede düğümlenmişti. Gün bugün, dedi yiğitler. Kendilerinin sayıca üç misli bir kuvvete, üstelik hâkim tepelerdeki kuvvetlere saldıracaklardı. Yarbay Eruç çatışmaların heyecan ve şiddetiyle en ön saflara kadar gelmişti. Kahraman komutan Keskinsırt’da düşman mevzilerinin 3 metre altına kadar sızıp düşmanın makineli tüfek menfezlerinden el bombası atarak ateşi susturdu. Bu esnada sol tarafından vuruldu. Üsteğmen Oğuz, Atak tepeyi ele geçirirken şehit düştü. Taburda 7 şehit 20 yaralı vardı[2]. O gece Türk komandoları 10-11 saat boyunca ölüm kalım mücadelesi vermişti.
Çatışmalar 21 Temmuz Pazar günü saat 09.30'da tepelerin Türk komandolarınca geri alınmasıyla sonuçlandı. Rum komandoları geri püskürtüldü. Saat 11:00’de kesin zafer kazanıldı. Doğruyol, Keskinsırt ve Yanıkçamlık muharebelerinde 20-22 Temmuz arası  Türk askerlerinden 19, Kıbrıslı mücahitlerden 20 şehit verildi.[3]
Atak tepeye telsiz tekrar kuruldu, ana vatanla irtibat sağlandı. Artık başarıya yakın taraf Türklerdi. Atak timinin, mücahitlerin ve vahşice uçurumdan atılan esirlerin intikamı misliyle alınmıştı. O günden sonra Rum komandosu Türk komandosu karşısında varlık gösteremedi.



[1] 25 Temmuz 1974 Günü Beşparmak Dağlarında Trt Adına Erdinç Sağlam’ın Yaptığı Röportaj
[2] Bolu Komando Tugayı 1. Komando Taburu Kıbrıs Barış Harekatı sırasında toplamda 21 şehit vermiş, 56 asker de yaralanmıştır.
[3] Doğruyol TSK Şehitleri Abidesi, Doğruyol Kıbrıslı Mücahitler Abidesi, Doğruyol Şehitler Anıtı Kitabesi

9.5.20

Roma'nın Fethine Dair Bir Hadis ve Kaynağı




Atak Timi ve Kıbrıslı Mücahitler - (Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler-3.Bölüm)

Yakın ve uzak tarihimizde "Türk Gençlerinin Unutmaması Gereken" çok sayıda önemli hadise var, unutmamak ve unutturmamak adına önceki iki makalemin(Erenköy Direnişi, Pilot Yüzbaşı Cengiz Topeldevamı olarak paylaşıyorum..

----------------

Yıllardan 1974. Aylardan Temmuz.

Kıbrıs’ta Türk düşmanları darbe yapmış, soykırım an meselesiydi. Sadece Anadolu Türkü, Kıbrıs Türkü değil, tüm dünyada vicdan sahipleri Türk ordusunun adaya çıkıp barışı tesisini bekliyordu.
Çünkü Türk beklenendir.

Adanın kuzeyinde sahilin arkasında aşılmaz bir engel var ki Kıbrıs ovasında kıyıya örülmüş bir duvar gibi 170 kilometre boyunca uzanır, Beşparmak Dağları. Dağın hakim tepelerinden ada ayaklar altındadır. Yüksekliği 1023 metreye ulaşan ve doğal bir savunma hattı olan bu dağ, Türk ordusunun aşması gereken ilk ve en büyük engeldi.

Batılı askeri uzman ve gözlemciler bu mevzilerin 6 aydan önce düşmeyeceğini raporlamışlardı.
Rumlar dağın yamaçlarını ve hakim tepelerindeki kritik mevzileri tutmuş, Türk seline direnmeyi umuyorlardı.

Komandolar helikopterlerle dağa indi, kıyıdan Türk piyadesi adaya akın akın çıkmaktaydı. Paraşütçülerse dağın arka tarafına, güneyindeki ovaya indirildiler. Görev, dağın temizlenip piyadelerle paraşütçülerin birleşmesidir. 6 ayda aşılmaz denen savunmanın günler içinde aşılması, Türk ordusunun karaya çıktığı dar alandan, geniş Kıbrıs ovasına ulaşması gerekmektedir. Dar bir alana sıkışmış ordu muhtemel bir düşman saldırısının açık hedefi olabilir, harekât sekteye uğrayabilirdi. 20 Temmuz 1974 harekâtın belki de en kritik günüydü.


Türk Ordusunun Savaş Tertibi ve Girne Lefkoşa Yolu

Birbirine yakın iki tepe olan Atak tepe ve Doğruyol tepe Türk ordusu gelmeden önce de mücahitlerce mevzilenilmiş, 1964 yılından beri nöbet tutularak Rum’a karşı savunulmuş önemli mevzilerdendir. Görev Atak Tepe’ye çıkılıp Türkiye’deki harekât merkezi ile irtibatı sağlayacak büyük telsizin çalıştırılmasıydı. Bir tim kurudu, adına Atak timi dendi. Sabaha karşı 4’te yola çıkan Atak timi tepeye ulaştı. Telsizleri kurdular. İçlerinden bazıları diğer görevlerinin icabı karargaha döndü. Aynı günün gecesi Rum komandoları çatışmalar neticesi çıkan yangınları da perde gibi kullanarak doğudan ve batıdan tepeleri kuşattı. 3 Türk telsizcisine[1] karşı 120 Rum komandosu. Hemen telsizden durum komutanlığa bildirildi, gelen emir “Geri çekilin”di. Düşman eline geçmesin diye telsizi hemen parçaladılar, önemli parçalarını sağa sola savurdular. Kahramanca çarpıştılar. Muhabere Çavuş Zeki ve Onbaşı Ülkü şehit oldu, Astsubay Bayram ise yaralı halde esir düştü. İlk kaybedilen tepe Atak tepe oldu.
Doğruyol tepede mücahitler bir Rum saldırısı beklemiyordu. Sızma harekatıyla iki tepeye birden saldıran Rum’lar Doğruyol tepedeki mücahitlere yaklaşırken onlara Türkçe seslendi. Rumların içinde iyi Türkçe konuşanlar olduğundan gece karanlığında bir Türk birliği gibi yaklaştılar. Mücahitleri hileyle kandırdılar. Beklemedikleri yönden gelen düşman tarafından kuşatılan mücahitler fazla direnemedi. Orada kahramanca çarpışarak şehit oldular. Bir kısmı da esir düştü.

Dimos[2] isimli Rum komandosu yıllar sonra o günü şöyle anlatır : "20 Temmuz günü askerdim. 31. Rum Komando Taburu’nun görevi, Doğruyol tepesinin ele geçirmekti. Diğer tepeler de Türklerin elindeydi, aralarından sızdık. Tepe, gerek Lefkoşa gerekse Girne tarafından görülüyordu. Gece saat 20.00’de hedefe doğru yola çıktık. 120 kadar komandoyduk. Bölüğün komutanı Üsteğmen Karahalios’tu. Türkleri gafil avladık. Kaçmayı başaramayanlar ya öldürüldüler ya da esir düştüler. Esirler yaklaşık 30 kişiydi.”

Rumlar yaralı Bayram Çavuşun da aralarında bulunduğu esirlere önce işkence etti, ardında savaş suçu işleyerek oradaki uçurumdan aşağı attı.[3]

Rum komandoları ele geçirdikleri tepelere 700 askerle mevzilendi. Doğruyol tepe, çıkarma yapan birlikler ile paraşütle inen birliklerin tam ortasındaydı. Bir anda harekat planları aksadı.

Türk Komando Tugayının 1. Tabur Komutanı Yarbay Cemal Eruç’a Atak tepe ve Doğruyol tepe’nin düştüğü haberi gece 23:30’da verildi. Bu haber Keskinsırt ve Yanıkçamlık bölgesine taarruz hazırlığı yapmakta olan tabur için son derece kötüydü. Çünkü bu taburun kuşatılması anlamına geliyordu. Kuşatma yarılamazsa havadan dağın güneyinde ovaya inen paraşütçülerle dağın kuzeyinde sahile çıkan piyadelerin birleşmesi mümkün olmayacaktı. Taburun kuşatmayı yarıp çemberden çıkması gerekiyordu.






[1] Mu. Astsb. Kd. Bçvş. Bayram Gümüş ve Mu.Çvş. Zeki Alpsoley, Mu. Onb. Ülkü Akbulut.
[2] Dimos Dimitriu, 1954 Limasol doğumlu.
[3] Vedat Toksoy’un tanıklığı.

7.5.20

Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel- (Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler-2.Bölüm)


Yakın ve uzak tarihimizde "Türk Gençlerinin Unutmaması Gereken" çok sayıda önemli hadise var, Cumhuriyetimizin ilk havacı şehidi Cengiz Topel'de bunlardan biri. Unutmamak ve unutturmamak adına önceki makalemin devamı olan makalemi paylaşıyorum..


-- PİLOT YÜZBAŞI CENGİZ TOPEL --



Eskişehir 1. Hava Ana Jet Üssü’nde brifing yapıldı. Havadan yapılacak akın konuşuldu. O gün Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel komutanından talimatları aldı, soru sormadı,”Haydi arkadaşlar, gidelim.” dedi ve uçak başı yaptılar.[1] Eskişehir’den kalkan Türk jetleri hızlı bir uçuşla önce Antalya’ya kadar yüksek irtifadan geldi. Akdeniz’in üstündeyken, Kıbrıs’taki İngiliz radarlarına yakalanmamak için alçak uçuşa geçtiler. Kalktıktan 40 dakika sonra Erenköy’e varmışlardı. Kahraman pilotumuz korkusuzca düşman hedeflerine dalıyor, bombalarını bırakıyordu. O gün 64 Türk jeti Rum’ları darmadağın etmişti.[2] Ta ki yük gemisine gizlenen o uçaksavar ateş edene kadar. Cengiz Topel’in uçağı isabet almıştı.


Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel ve kullandığı F-100 uçağı

Paraşütle atlayan Yüzbaşı Cengiz’in uçağı Türk mücahitlerinin bulunduğu mevkiinin yakınına düşerken rüzgarın etkisiyle pilot yüzbaşı Rum askerlerine yakın tarafa düştü. Paraşütle asfalta salimen inerken bir taraftan da silahını çekti. Sonuna kadar direnmeye kararlıydı, mermisi bitene kadar direndi de. İner inmez, düşmanın eline geçmesin diye, üzerindeki harita ve taktik bilgileri yakarak imha etti. Hızla Türklere doğru koşmaya başladı ancak askeri jeeplerle gelen Rum subaylarınca tutuklandı. Rumlar, nafile bir çaba ile pilot yüzbaşıdan bilgi almaya çalıştılar, Cengiz Topel’e tek kelime dahi ettiremeyince iyice sinirlenip kontrolden çıktılar. Elleri kelepçeliyken dipçikle saldırdılar yüzbaşına, sırtından üç el ateş ettiler, vücudunda v şeklinde yaralar açıldı. Yüzbaşıdan bilgi almaya kararlı Rumlar onu hastaneye kaldırarak tedavi etmeye çalıştılar. Cengiz Topel çektiği acıyı yok sayıp, başına gelecek her şeye vatanı uğruna razı olarak suskunluğunu hiç bozmadı. Rumların hiçbir isteğini yerine getirmedi. Hatta hastanede yanında yatan Türk mücahidinin[3] “Ben Türk’üm” diyerek konuşmaya çalışmasına dahi aldırış etmedi. Çünkü kendisini konuşturmaya çalışan bir Rum casusu olabilirdi, risk alamazdı. Türk mücahide tek ve son söz olarak  “Vatan sağ olsun” diyen kahraman pilotumuz, Rum işkenceleri altında acı şekilde can verdi.

Rumlar kahraman pilotumuzun sol gözünü tahrip etmişler, tırnaklarını çekmişler, pazılarını matkapla oymuşlar, edep yerlerini ezmişler, kafatasının sol tarafına beton çivisi çakmışlar, sol ayağını kırmışlar, boğazından göbeğine kadar göğsünü yarıp kalp ve ciğerlerini çalmışlar sonra da göğsünü çuval diker gibi geri dikmişlerdi.[4]

İzmirli Eşref Düşenkalkar, 27 yaşında Kıbrıs’a gelerek mücahitlere katıldı, vazifesi bombacılıktı. Fotoğrafçılık da yapan mücahit Eşref, yapılan tüm alçak işkencelerin şahidi mübarek şehit na’şının son şahitlerindendi. Rumlar tarafından katledilen kahraman pilotumuz Cengiz Topel'in son fotoğrafını çekti. İzmirli mücahit o günü hayatının en zor günü olarak anlatır.[5]


Şehit Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel'e yapılan Rum işkenceleri

Bu insanlık dışı işkencelerin ve şehidimizin mübarek na’şının son şahitleri arasında Ada’da bulunan Kızıl Haç görevlileri de vardı. İçlerinden bir İngiliz hemşire gördüğü manzara karşısında dehşete düşmüş ve şehidimizin işkence görmüş na’şını fotoğraflamıştı.
Cengiz Topel Cumhuriyet döneminin ilk Hava Şehidi olmuştu. Lefkoşa, Adana, Ankara ve İstanbul'da düzenlenen törenlerin ardından Edirnekapı Hava Şehitliği'nde mübarek na’şı toprağa verildi.





[1] TRT Arşivi Cengiz Topel belgeseli
[2] 10 Ağustos 1964 tarihli Hürriyet Gazetesi Manşet Haberi
[3] Kıbrıs’lı Mücahit Osman Hasan Gaziler, aldığı yaralar neticesinde ömrünün sonuna kadar tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştır.
[4] Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs’ta Rum - Yunan Saldırıları Ve Soykırım,  s.231-236
[5] Mayıs 2019’da rahmetli olan İzmirli gazi mücahit Eşref vasiyeti üzerine Kıbrıs’a uğruna çarpıştığı Kıbrıs’a defnedilmiştir.

4.5.20

Erenköy Direnişi - (Türk Gencinin Unutmaması Gerekenler-1.Bölüm)


Kıbrıs'ın Erenköy bölgesinde Türk Mukavemet Teşkilatına (TMT) mensup Kıbrıs Türklerinin Rum ordusuna karşı verdiği vatan ve namus kavgasıdır Erenköy Direnişi.

Erenköy ve çevresindeki Türk köyleri, toplamda bin kişilik nüfusu ile sırtını dağlara vermiş, denizle buluştuğu yerde doğal limanı olan eski bir Türk yurdudur. Yunanlılarla birleşme hayali kuran radikal Rumların Kıbrıs’taki taciz ve cinayetleri yıllardan beri sürmekteydi. 1958 yılında Erenköy yolunda, işten ev dönen Türk maden işçilerine Rumlarca pusu kurulup ateş açılması da bunlardan sadece biriydi.

Takvimler Aralık 1963’ü gösterdiğinde Kıbrıslı Türklere karşı şiddetli bir Rum saldırısı başladı. O zulüm günlerine Kanlı Noel adıyla anılacaktı zira 103 Türk köyü Rumlarca basılmış, 364 Türk gözü dönmüş vahşilerce şehit edilmiş, binlercesi yaralanmıştı. On binlerce Türk köylerinden göç etmek zorunda bırakıldı.

Tabip Binbaşı Nihat İlhan’ın ailesi de evlerinde, sığındıkları banyonun küvetinde, birbirlerine sarılmış halde çoluk çocuk demeden Kanlı Noel’de şehit edilmiştir. Türk ordusuna hizmet eden bu kıymetli aileye reva görülen zulüm hiçbir Türk evladının hafızasından bir an olsun çıkmamalı. Daha annelerinin hazırladığı kahvaltı sofrası içeride duruyorken çocuk yaşta şehit edildi Murat, Kutsi ve Hakan.

Binbaşı Nihat, eşi ve çocukları katledilirken vazife başında, Rum mezaliminden yaralı kurtulan Türkleri tedaviyle meşguldü. Kendi ailesinin de katledileceği hiç aklına gelmemişti. Katliamdan üç gün sonra Binbaşı Nihat’a Türk büyükelçisi, “Başın sağ olsun, eşin ve çocuklarını Rumlar katletmiş” dediğinde ilk sözü, “Vatan sağ olsun” oldu. Evlatlarının kanlı vücudunu kendi elleriyle yıkadı. O ev 'Barbarlık Müzesi' adıyla Türk evladının ibretine sunulmuştur.


1. Binbaşı Nihat'ın eşi ve çocukları

1 Ocak 1964 tarihli Daily Herald gazetesinin İngiliz muhabiri olayları şöyle bildirmiştir:
Türk evlerine geldiğimde dehşete düştüm. Duvarlar dışında tamamen yok olmuşlardı. Bir napalm saldırısının bile bu kadar büyük bir yıkım yaratabileceğinden şüphe etmekteyim.[1]

Yaşlı, genç, kadın, çocuk, kadın, erkek ayırt etmeden kundaktaki bebeğe kadar kurşunlayan katiller silahsız rehineleri de katletmekten geri durmadı. Namusundan ve canından yana emniyeti kalmayan Kıbrıs Türkünün varoluş mücadelesinde, silahlı direnişten başka çaresi kalmamıştı.

Bu şartlar altında doğal bir liman olan Erenköy, Kıbrıs’a ana vatandan gelen silahların toplandığı ve dağıtıldığı bir ikmal merkezi haline gelmişti. Silah sevkiyatı Rum istihbarat raporlarına da girdi. Keşfin ardından Rumlar Erenköy ve civarındaki köyleri kuşattı. Gafil Rum komutanı Grivas “Türkleri nasıl denize dökeceklerini(!)” göstermek için tüm dünya gazetecilerini kuşatmaya davet etmişti. Hücum gemileriyle, toplarla, zırhlı araçlarla iki bin Rum Ağustos 1964’te kuşatmayı başlattı. 3 Ağustos sabahı karadan havan topları, denizden top ve ağır makineli atışlarıyla Türk mevzilerine saldırı başladı. Rumlar önce yolları tuttu, sonra bölgeye hakim yüksek tepeleri ve su kaynaklarını ele geçirdi. Ne kadar manidardır ki Barış Gücü(!) adı altında Yüksektepe mevkiinde bulunan İsveçli askerler de mevzilerini Rumlara terk etti.

Mücahitlerle kader birliği eden Türk halkı; yaşlısı, kadını, çocuğuyla mağaralara sığınmış, Rum ateşine direniyorlardı. Mücahitler çoğunlukla Türkiye’de eğitim gören Kıbrıs Türk’ü üniversite öğrencilerinden oluşuyordu, bir kısmı da İngiltere’deki eğitimini bırakıp gelmişti. Sayıları toplamda beş yüz kadardı. Ana vatanda iki haftayı bulmayan bir silah eğitimi sonrası gözlerini kırpmadan Erenköy’e, Rumlara karşı direnmeye gelmişlerdi. Devrin mürekkep yalamış aydın Türk gençleriydiler. Aralarında ileride Kıbrıs Türk Direnişi liderlerinden olacak Rauf Denktaş gibi isimler de bulunuyordu. Başlarında Albay Rıza Vuruşkan vardı.

Rumlar çelik zırhlarının arkasından saldırıyor, Türk mücahitler iman dolu göğüslerini siper etmiş mevzilerinden ateşle karşılık vererek direniyorlardı. Rumların silah ve sayı üstünlüğü vardı. Mücahitler vuruşa vuruşa sahildeki son köy olan Erenköy’e kadar çekilmek zorunda kaldılar. Artık çember iyice daralmıştı. O anlarda kahraman Türk komutanı Vuruşkan etrafındaki mücahitlerle birlikte Ankara’ya son telsiz mesajını iletti:

“Düşman saldırısı bütün şiddetiyle devam etmektedir.
Rumlar kesin sonuç almak kararındadır.
Yarın sabaha kadar direnebiliriz.
Yardımımıza gelemezseniz bunu engelleyen, büyük milli bir neden olduğuna inanarak öleceğiz... Vatan Sağ Olsun.”[2]

Ana vatan bu son çağrıya kayıtsız kalmadı, kalamadı. Hangi Türk evladı kardeşini yardımsız bırakır? 7 Ağustos’ta Ankara “mevzilerinizi işaretleyin” mesajını iletti. Mücahit ve düşman mevzileri önce keşif jetleriyle belirlendi. Semada beliren Türk jetlerini gören mücahitler birbirlerine sarılıp sevinç gözyaşları döküyordu. Halk büyük bir sevinçle mağaralardan çıkıp Türk jetlerine sevgi gösterisinde bulundu. Köylülerden, “Madem Türk milleti bizi yalnız bırakmadı biz de burada sonuna kadar çarpışıp ölürüz”[3] diyenler oldu. Göğü yırtan Türk jetlerinin korkunç sesi Rum saldırısını durdurmuştu. Mevzileri belirleyen jetlerimiz ana vatana dönerken Rumlar bunun sadece bir korkutma ve ikaz olduğu kanısına vardı. O gece saldırılarını daha da şiddetlendirdiler. 8 Ağustos’ta Türk jetleri tekrar semada belirdi. Uyarılara rağmen saldırılarını durdurmayan Rumların mevzileri Türk jetlerinden atılan bomba ve roketlerle darmadağın edildi. Her yerden Türk bombalarının ateşi ve dumanları yükseliyordu. Türk ordusu cehennem olmuş gökten Rum’un üstüne yağıyordu. Aynı esnada Rum hücum gemileri de ateş altına alındı. Rumlar bir taraftan kaçış manevraları yapıyor bir taraftan da uçaksavarlarla karşılık veriyordu. Eskişehir’den kalkan Türk jetleri de Erenköy’e kuzeyden ulaştı. Komutadaki Türk Pilotu Yüzbaşı Cengiz Topel limandaki Rum askeri malzemesi taşıyan gemiye dalışa geçti ve bombasını bıraktı. Havadan hücumu izleyen diğer pilot telsizde “Helal olsun komutan, vurdun!” diye haykırdı. Rumların iki hücum gemisinden biri olan Aryon yine Cengiz Yüzbaşı’nın makineli top ve roket atışlarıyla vuruldu, hasar alarak deniz üzerinde kaçış manevraları yapmaya başladı. Korkusuz pilot Cengiz Yüzbaşı’nın jeti taarruz için alçaldığı esnada, Amerikan bayrağı çekilmiş yük gemisine gizlenen bir uçaksavarın ateşiyle isabet aldı.[4] Türk jetlerinin telsizlerinde şu konuşmalar geçti:

Pilot Üsteğmen İzzet : Cengiz Yüzbaşım uçağından dumanlar çıkıyor, atla! Yüzbaşım, cayır cayır yanıyor atla!                
Pilot Yüzbaşı Mehmet : Tamam atladı.
Pilot Üsteğmen İzzet : Paraşütü açıldı.

Türk jetleri aman vermiyor, Rum gemilerine ölümcül dalışlar yaparak makineli top mermisi ve roket yağdırıyordu. Çok geçmeden Cengiz Yüzbaşı’nın uçağını vuran savaş gemisi Feton Gemikonağı limanında Türk jetlerince imha edildi. Ölü ve yaralılarını da alıp gemilerinden kaçmak zorunda kalan Rumlar, karaya oturmuş gemilerinin cayır cayır yanışını izlemek zorunda kaldı.




[1] Stephen, Michael. The Cyprus question (1997), The British-Northern Cyprus Parliamentary Group, sf. 15
[2] Kaynak: Mehmet Salih Emircan'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Tören, Bayram ve Anma Günleri kitabının ikinci baskısı
[3] Türk Havacılığında İlkler Belgeseli (Sinemis OĞUZ) – Rauf Denktaş ropörtajı
[4] T.M.T.’den Kıbrıs Cengiz Köylü Cemal Soyer’in, Soner Yüksel’e verdiği özel ropörtaj.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...