4.3.13

Milli Veritabanı Yönetim Sistemi Geliştirilmeli

Milli işletim sistemi.

Milli yolcu uçağı.

Milli gerçek zamanlı işletim sistemi.

Milli kriptolu telsiz.

Milli tank.

Milli helikopter.

Milli eğitim uçağı.

Milli insansız hava aracı.

Milli otomobil.

Elhamdülillah, son on senede pek çok yol aldık, pek önemli yollara çıktık, zorlu yokuşlara talip olduk. Önümüzdeki on sene de de inşallah çok daha fazla yol alacağız ve dünyanın ilk onuna gireceğiz inşaAllah. MaşaAllah. BarekAllah.

Bunca millinin yanına bir şey daha eklenmeli. Milli veri tabanı yönetim sistemi. Bakınız bugün birçok kritik ve önemli birçok kurumumuz çoğu bilgisini yabancı firmaların(Oracle, Microsoft'un MSSQL'i, IBM'in DB2'su vb.) yazılımını kullanarak yabancılardan aldığımız cihazlarda tutuyor. Bu bir güvenlik açığıdır. Örneğin bir ambargo yaşansa ve yabancı firma sizden desteğini çekse neredeyse tüm işler durma noktasına gelecek. Gümrük duracak, bankacılık duracak, sosyal sigorta duracak, sağlık sistemi çökecek. Bütün bütün kullanılamaz hale gelmese bile çokça büyük ve hayati aksamalar yaşanacak. Ulusal güvenlik açısından kurumlarınızın yabancı bir firmaya bu denli bağlı olması ve kalması son derece önemli bir güvenlik açığıdır, siz farkında olsanız da olmasanızda..

İnşallah en kısa zamanda hayırlısıyla milli veri tabanımızın da yaygın olarak kullanıldığı ve tıkır tıkır çalıştığı günleri görürüz. Bunu yapmalıyız. Bariz bir gereklilik.


23.2.13

Gül Bahçesinden Bir Demet





Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.  (Tirmizî, İlm, 14 )


“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Sahih-i Buhari- İlk hadis)
Açıklama: (Mekke’den Medine’ye herkes Allah için hicret ediyordu. Ancak ismini bilemediğimiz bir sahabi, sevdiği Ümmü Kays adındaki bir kadın için hicret etmişti. Şüphesiz bu zat bir mü’mindi ama, niyet ve düşüncesi davranışlarının önünde değildi...  O da bir muhacirdi ama, Ümmü Kays’ın muhaciriydi. Ancak Allah için katlanılabilecek bunca meşakkate o, bir kadın için katlanmıştı. İsim zikredilmeden, bu hâdise, Allah Resûlü’nün yukarıda zikrettiğimiz mübarek sözüne mevzu olmuştur. Sebebin husûsiyeti, hükmün umûmiyetine mâni değildir. Onun için bu hadîsin hükmü, umumidir, her işe ve herkese şâmildir. )


Hz. Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh), İki Cihan Güneşi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Zekatını vermek suretiyle mallarınızı koruyup takviye edin.. hastalarınızın tedavisinde sadakanın belaları defediciliğini değerlendirin.. bela ve musibetlere karşı da her zaman Allah’a duaya yönelin!.” (Mecmeu`z-Zevâid, 3,63; Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 10,128)


“Al lah, kar şı lık ola rak cen ne ti ve rmek suretiyle mü min ler den can la rı nı ve mal la rı nı sa tın al mış tır.” (Tevbe Suresi, 111)



“Sizden kime dua kapısı açılmışsa, ona pek çok hayır kapısı açılmış demektir.” 


Hazreti Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sallalahü aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır: "Başkaları hakkında hüsn ü zan beslemek, kişinin kulluğunun güzelliğindendir." (Ebû Davud, 2/716;Müsned, 2/297


Sahabe-i güzîn efendilerimizin Hadis ilminde herkesçe hüccet kabul edilen seçkinlerinden Hazreti Ebû Hureyre (radiyallahü anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (aleyhi efdalüssalavâti vetteslîmât) şöyle buyurur: “Kim bir mümin kardeşinin dünyaya ait bir sıkıntısını giderirse, Cenab-ı Allah da onun ahirete ait bir sıkıntısını giderir. Yine kim iman sahibi bir kardeşinin ihtiyacını giderirse,  Allah ü Zü’l-Cemâl de onun ihtiyacını giderir. Kim de inanmış bir kardeşinin herhangi bir kusurunu gizlerse, Settar olan Yüce Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter. -Unutulmasın ki- kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 1, 63; Biraz farklılıkla: Buhari, Mezalim, 3; Birr, 59; Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3)



Hazreti Ali (radiyallahü anh) Peygamber Efendimiz'in (aleyhissalâtü vesselam) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İnsanların en kerimi olmak isteyen Allah'a karşı takva duygusuyla dopdolu olsun..  en kuvvetli olmayı dileyen Allah'ın havl ve kuvvetine sığınıp O'na mütevekkil bulunsun.. ve her kim de insanların en zengini olmayı murad ederse kendi elindekinden çok Allah'ın bitip tükenmeyen hazinelerine güvensin.”   Müsnedü'ş-Şihab, 1/234; (az farkla) el-Müstedrek, 4/301; Mecmeu'z-Zevaid, 2/967 

 Hazreti Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, her ifadesi lâl ü güher Efendiler Efendisi şöyle buyurur: “Çok gülmeyiniz! Zira çok gülmek kalbi öldürür." (İbn Mace, Zühd, 19)


Ebû Hureyre (radıyallahu azze ve celle anh) insanlık âleminin şeref tablosu Efendimiz (aleyhi ekmelüttehayâ)’nın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Mümin, aldansa da aldatmayı asla düşünmeyen ve şartlar ne olursa olsun her zaman kendi karakterini sergileyen bir asil; fâcir ise, türlü türlü ayak oyunlarına teşebbüs etmekten hiçbir zaman sıkılmayan seviyesiz bir zelildir.” Ebû Davud, Edep, 5; Tirmizî, Birr, 41; Müsned, 2/294


Sahabe-i güzîn efendilerimizden Abdullah ibn-i Amr (radıyallahü anh) hazretleri, Peygamber-i zîşan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Dünyaya gönülde yer vermemek hem kalbi rahatlatır hem de bedeni. Ona perestiş etmek ise sadece tasa ve hüznü artırır. Gayr-ı ciddi ve laubali olmaya gelince, o, kalbi katılaştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz." Müsned-i Şihab, 1, 188; Feyzu’l-Kadîr, 4, 74


Tebük seferine hazırlanılırken Resulullah (s.a.s.)'in emri üzerine, sahabiler (r. anhum) orduya sadaka, nafaka ve binek hayvanları getirmeye başladılar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) malının tamamı olan 40 bin dirhem altın getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın mı?" diye sorunca o: "Onlara Allah ve Resulünü bıraktım" diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.) malının yarısını getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona da: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın mı?" diye sorunca Ömer (r.a.): "Evet, malımın yarısını" diye cevap verdi. Abdurrahman ibnu Avf iki yüz evkiye altın, Asım ibnu Adiy yetmiş deve yükü hurma getirdi. Hz. Osman (r.a.) ise ordunun üçte birini techiz etti. İbnu Hişam'ın bildirdiğine göre Osman ibnu Affan bu sefer için büyük bir infakta bulundu; öyle ki, o zamana kadar hiç kimse bu kadar infakta bulunmamıştı. Osman ibnu Affan, Tebuk gazvesinde dar durumda olan orduya bin dinar infak etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) mealen şöyle buyurdu: "Allah'ım! Osman'dan razı ol, çünkü ben ondan razıyım." 


Yumurta büyüklüğünde bir altın getirip, başka hiçbir malı olmadığını, ama bunu sadaka olarak vermek istediğini söyleyen bir adama Resulullah şöyle buyurdu: "Sizden biriniz sahip olduğu servetini getirir ve "şu sadakadır" diye verir sonra da oturur, insanların zekâtlarını alacağım diye onlara avuç açar. Sadakanın en hayırlısı kendisi başkasına muhtaç olmayacak kadar arkada malı var iken verilenidir" (Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât, 42).


"Ve harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisinin arasındadır, dengelidir" (el-Furkan, 25/67).


“Ashabıma sebbetmeyiniz sizden birisi uhud dağı kadar sadaka vermiş olsa onlardan birinin bir müd, yarım müd sadakasına ulaşamaz.” (Sahîhul-Buharî (Fezail-i Ashabı Nebi) IV, 195;  bk. Hayatus-Sahâbe II, 559 (Abdurrahman b. Avfla ilgili olarak).)  
Açıklama: Rasulüllah (s.a.v) daha sonra müslüman olan sahabelerine, ilk müslüman olan sahabelerine yetişemeyeceklerini ihtar etmektedir. 


Hz. Peygamber dünya malları karşısındaki tavrını şöyle belirtmiştir: "Eğer benim "Uhud dağı kadar altınım bulunsa, borç için sakladığımdan başka, ondan yanımda bir dirheminin üç gece kalmaması beni sevindirir" (Buhârî, Temenna', 2; Rıkâk, 14; Müslim, Zekât, 31, 32; İbn Mâce, Zühd, 8).


Laikliğin Tanımı

Laiklik, son yüzyılın Anadolu'sunda üzerine en çok tartışılan konu.

Laiklik,  en çok can yakan, canlar alan, ocaklar söndüren, alimler sallandıran konu.

Laiklik, uğruna darbeler yapılan, hayatlar karartan konu.

Yahu nedir bu laikliğin tanımı? Yenilir mi içilir mi desek ortada bir mütabakat dahi yok. Daha tanımında dahi ortak bir yaklaşım, bir uzlaşı sağlanamamış.

Kavramlar tanımlanmadan yapılan tartışmalar boş ve fuzulidir. Sonuç vermez. Zarar verir.

Ordinaryüs Anayasa Profesörü Ali Fuat Başgil laikliği "Laiklik, dinin devlete, devletin dine karışmaması, müdahale etmemesi demektir." şeklinde tanımlıyor.

Laiklik bahanesiyle milletimize zulmediliyor. Halbuki yapılan uygulamalarla laikliğin ilgisi alakası yok. Örneğin bir memure hanım dininin en temel ve masum bir gereği olan tesettür gereğini yerine getirerek işine gidemiyor. Bu uygulamayı da laiklik ile temellendiriyorlar. Bunun laiklikle ne ilgisi var. Bireysel olarak dinin masumane bir gereğini yapmak devletin karışmaması gereken bir mevzudur en nihayetinde. Devletin vatandaşının kılığına kıyafetine konuşmasına saçına başına karıştığı rejimler dünyada totaliter diktatörlük rejimleridir. Kılıkla kıyafetle çağdaşlık olmaz, çağdaşlık fenle teknolojiyle olur. İlmin bilim koluyla olur. Asıl gericilik, asıl taassup, asıl yobazlık kılık kıyafete karışmaktır, çağdaşlığı kılık kıyafet peşinde aramaktır. Hayır, çağdaşlık ve medeniyet bedenin dışında kalan kıyafette değil, kafanın içinde kalan ilimde ve fikirde aranmalıdır.

Laiklik kavramı bizce anayasada yer almamalı, bu iş millete bırakılmalı. Ancak laiklik illaki anayasada yer alacaksa doğru bir şekilde tanımı yapılarak yer almalı kanaatindeyiz, çünkü tanımının yapılmamış olması bir takım zulüm ve baskılara gerekçe ve bahane olmaktadır. Tanımı yapılırsa laikliğin istismarı ile millete zulmedilmesinin önemli ölçüde engellenebileceği kanaatindeyiz.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...