28.9.14

Ayetlerde ALLAH(c.c.)'ın Mübarek İsimleri (Tamlamalar) ( Toplam : 81 ) (Kartelalar - 14)

Adüvvün li’l-kâfirîn
(kâfirlerin düşmanı)

Âhizün bi nâsiyetihi
(suçluları cezalandıran)

Ahkemü’l-hâkimîn
(hüküm verenlerin en adili)

Ahsenü’l-hâlikîn
(yaratanların, takdir ve tasvir edenlerin en iyisi)

Âlimü’l-ğaybi
(gaybı bilen)

Allâmü’l-ğuyûb
(görünmeyenleri çok iyi bilen)

Bâliğu emrihi
(emri, hükmü hedefine ulaşan, kararını infaz eden)

Bedî’u’s-semâvâti ve’l-ard
(gökleri ve yeri örneği olmadan yaratan)

Berîü’n mine’l-müşrikîn
(müşriklerden berî, uzak olan)

Câmi’u’n-nâs
(kıyamette insanları bir araya toplayan, cem eden)

Ehlü’l-mağfire
(mağfiret ehli, affedici )

Ehlü’t-takvâ
(azabından korkup sakınmaya, korunmaya lâyık olan)

Erhamü’r-râhımîn
(merhamet edenlerin en merhametlisi )

Esdaku hadîsen
(en doğru sözlü)

Esdeku kîlen
(en doğru sözlü)

Esra’u ferahan
(kullarının tövbesine çok sevinen)

Esra’u mekren
(hile ve tuzak kuranları en süratli bir şekilde cezalandıran)

Esra’u’l-hâsibîn
(hesap soranların, hesap görenlerin en süratlisi)

Eşeddü be’sen
(çok şiddetli cezalandıran)

Eşeddü ferahan
(kulunun tövbesine çok sevinen)

Eşeddü kuvveten
(çok kuvvetli, çok güçlü)

Eşeddü tenkîlen
(çok şiddetli cezalandıran)

Fa’âlü’n-limâ yürîd
(dilediğini yapan)

Fâliku’l-abbi ve’n-nevâ
(çekirdek ve taneleri çatlatan, yarıp açan )

Fâliku’l-ısbâh
(karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran)

Fâtıru’s-semâvâti ve’l-ard
(yeri ve gökleri yaratan)

Gâlib’ün ‘alâ emrihî,
(emirinde işinde ve hükmünde galip olan)

Ğâfirü’z-zenbi
(günahları bağışlayan)

Hâliku külli şey’in
(her şeyin yaratıcısı)

Hayru’l-fâsılîn
(hükmedenlerin, haklı ile haksızı ayırt edenlerin en hayırlısı)

Hayru’l-fâtihîn
(hükmedenlerin, nimet verenlerin, hayır kapılarını açanların en hayırlısı)

Hayru’l-ğâfirîn
(bağışlayanların en hayırlısı)

Hayru’l-hâkimîn
(hüküm ve karar verenlerin en hayırlısı )

Hayru’l-mâkirîn
(hile ile kötülük yapanları bilemeyecekleri, anlayamayacakları cihetlerden daha şiddetli cezalandıran)

Hayru’l-münzilîn
(nimet verenlerin, ikram edenlerin en hayırlısı)

Hayru’l-vârisîn
(varislerin en hayırlısı)

Hayru’n-nâsırîn
(yardım edenlerin en hayırlısı)

Hayru’r-râhımîn
(merhamet edenlerin en hayırlısı)

Hayru’r-râzkîn
(rızık, nimet verenlerin en hayırlısı)

Hayrun hâfizan
(en iyi koruyup gözeten)

İlâhü’n-nâs
(insanların ilâhı)

Kâbilü’t-tevb
(tövbeleri kabul eden)

Kâşifü’l-azâb
(azabı, sıkıntıyı, derdi kaldıran)

Mâlikü yevmiddîn
(hesap gününün maliki, sahibi)

Mâlikü’l-mülk
(bütün mülkün sahibi)

Meliki’n-nâs
(insanların meliki)

Mûhinü keydi’l-kâfirîn
(kâfirlerin tuzağını zayıflatan, boşa çıkaran)

Muhîtü’n bi’l-kâfirîn
(kâfirleri kuşatan)

Muhyî’l-mevtâ
(ölüleri dirilten)

Muhzî’l-kâfirîn
(kâfirleri rezil rüsvay eden)

Mütimmü nûrihi
(nurunu, dînini tamamlayan)

Nûru’s-semâvâti ve’l-ard
(gökleri ve yeri aydınlatan)

Rabbü külli şey’in
(her şeyin rabbi)

Rabbü’l-âlemîn
(âlemlerin rabbi)

Rabbü’l-ard
(yeryüzünün rabbi)

Rabbü’l-arş
(arşın rabbi)

Rabbü’l-felak
(sabahın rabbi)

Rabbü’l-ızzeti
(kudret ve şeref sahibi)

Rabbü’n-nâs
(insanların rabbi),

Rabbü’s-semâvâti
(göklerin rabbi)

Rabbü’ş-şi’râ
(Şi’ra yıldızının sahibi)

Refî’u’d-derecât
(manevî dereceleri ve gökleri tabaka tabaka yükselten)

Semî’u’d-du’â
(tövbeleri ve duaları duyan ve kabul eden)

Serîu’l-hısâb
(hesabı, sorgulaması çok süratli olan)

Şedîdü’l-‘azâb
(azabı, cezalandırması çok şiddetli olan)

Şedîdü’l-‘ıkâb
(çok hızlı cezalandıran)

Şedîdü’l-mihâl
(cezası, azabı, kuvveti çok şiddetli olan)

Vâsi’u’l-mağfire
(bağışlaması, mağfireti bol olan)

Zü’l-fadli’l-azîm
(çok ikram sahibi)

Zî’t-tavl
(lütuf, bağış, ikram, ihsan, af ve bağış sahibi)

Zü’l-ikrâm
(ikram sahibi)

Zû fadlin ale’l-âlemîn
(âlemlere nimet veren)

Zû fadlin ale’n-nâs
(insanlara ikram eden),

Zû-intikam
(intikam sahibi, âsileri, zalimleri cezalandıran)

Zü’l-‘ıkâb
(suçluları, günahkârları, zalimleri cezalandıran)

Zü’l-Arş
(Arş’ın sahibi)

Zü’l-celâl ve’l-ikrâm
(azamet ve kibriya, ikram ve ihsan sahibi)

Zü’l-kuvveti
(güç ve kuvvet sahibi)

Zü’l-mağfire
(af ve bağış sahibi)

Zü’l-me’âric
(bütün derecelerin sahibi)

Zü’r-rahmeti

(merhamet sahibi


***(Toplam: 81 adet isim tamlaması) (İsim tamlamaları haricinde Kuran-ı Kerimde geçen 119 mübarek isim ile birlikte 81 + 119 =  200'dür)




Ayetlerde ALLAH'ın Mübarek İsimleri (119 isim) (Kartelalar -13)

el-A’lâ 
(en yüce, en şerefli),

el-A’lem 
(her şeyi en iyi bilen),

el-Alî 
(şanı, şerefi, izzeti ve kudreti yüce olan),

el-Âlim 
(bilen, anlayan, tanıyan),

el-Alîm 
(her şeyi çok iyi bilen),

el-Âhir
(varlığının sonu olmayan, ölümsüz, ebedî ve bâkî),

el-Akrab 
(bilmesi, görmesi, duyması, haberdâr olması ve yardım etmesi açısından insanlara en yakın olan),

el-Azîm
(zatı, isim, sıfat ve fiilleri itibariyle pek ulu, büyük, yüce),

el-Azîz
(üstün, güçlü, kuvvetli, galip, şerefli, değerli, melik),

el-Bâri’
(yaratan, örneği olmadan varlıkları îcat eden),

el-Basîr 
(aydınlık ve karanlıkta küçük ve büyük her şeyi gören),

el-Bâtın
(mâhiyeti akıl ile idrâk olunamayan, hayal ile tahayyül edilemeyen, her şeyin iç yüzünü, sırlarını bilen),

el-Berr
(iyilik eden, çok lütufkâr, çok merhametli, çok şefkatli),

Câ’ılûn
(yaratan, vâr eden, bir varlıktan başka bir varlık yapan),

el-Cebbâr 
(emir ve yasaklarını, hüküm ve kararlarını kullarına yaptırmaya gücü yeten, azgın ve zalimleri kahredici, dertlere derman olan, yaraları sarıp onaran, yaratıklarının hâllerini düzelten),

el-Ebkâ 
(verdiği nimetler sürekli ve hep kalıcı olan),

el-Ehad 
(eşi, benzeri ve ikincisi bulunmayan bir tek, yegâne),

el-Ekrem
(en çok ikram eden),

el-Evvel
(öncesi olmayan, yaratılmamış, ezelî ve kadîm tek varlık),

Fâil(un) 
(yapan, yaratan, vâr eden),

el-Fettâh
(iyilik kapılarını açan, en âdil hüküm veren)

el-Ğaffâr 
(çok affeden, çok bağışlayan, günah ne kadarçok olursa olsun yine bağışlayan),

el-Ğafûr
(çok affeden, çok bağışlayan),

el-Ğanî 
(zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan),

el-Habîr
(her şeyden haberdar olan, gizli aşikâr her şeyi bilen, haber veren),

el-Hâdi’
(hile yapanları cezalandıran)

el-Hâdî 
(hidayet eden, doğru yolu gösteren),

el-Hafî
(çok ikram eden, son derece iyilik ve lütuf sahibi, her şeyi bilen, duaları kabul eden)

Hâfiz(ûn)
 (koruyup gözeten),

el-Hafîz
(varlıkları yok olmaktan koruyan),

el-Hakîm
(hikmet sahibi, her işi, emri ve yasağı yerli yerinde olan),

el-Hâkim
(hükmeden, karar veren, haklıyı haksızı ayıran),

el-Hakem
 (hukum veren, son kararı veren),

el-Hakk
(varlığı, ilâh ve rab oluşu hak olan, eşyayı var eden, hakkı ızhar eden, mülk sahibi, yok olmayan, varlığında şüphe bulunmayan, âdil),

el-Halîm 
(çok sakin, hemen öfkelenmeyen, acele etmeyen, teenni ile hareket eden),

el-Hallâk
(mükemmel yaratan, devamlı yaratan),

el-Hasîb 
(insanlara yeten, insanların yaptıklarını koruyup hesaba çeken),

Hâsib(in)
 (insanları sorgulayan, hesaba çeken),

el-Hayr 
(hayırlı olan, faydalı olan, iyilik eden),

el-İlâh
(ma’bûd, Tanrı),

el-Kadîr
(çok güçlü, çok kuvvetli, istediğini istediği gibieksiksiz, kusursuz ve tam yapabilen),

el-Kâdir
(güçlü, kuvvetli, her şeye gücü yeten),

el-Kâfî
(kullarına yardım eden, vekil olan, yol gösteren, yaptıklarını bilen, gören, haberdar olan ve hesaba çeken),

el-Kahhâr
(yenilmeyen, daima galip gelen),

el-Kâhir
(galip gelen, zelil eden, güçlü, her şeyi kuşatan, yaratıklarını dilediği gibi yöneten),

el-Kâim
(varlıkları görüp gözeten, koruyan, yöneten),

el-Karîb
(af, mağfireti, rahmeti, bilmesi, görmesi ve duyması itibariyle kullarına yakın olan),

el-Kâşif
(azap, sıkıntı, bela ve dertleri gideren),

Kâtib(ûn) 
(insanların yaptıklarını yazan),

el-Kavî
(kuvvetli, kudretli, her şeye gücü yeten),

el-Kayyûm
(zatı ile kaim olana, ezelî ve ebedî, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması 
olmayan, varlıkları yöneten, koruyan, ihtiyaçlarını üstlenen),

el-Kebîr 
(zatı, isim ve sıfatları, şanı ve şerefi, kadri ve kıymeti, değer ve izzeti pek yüce, ulu ve büyük),

el-Kerîm
(değerli, şerefli, çok nimet veren, nimet ve ihsanı bol olan ),

el-Kuddûs
(her türlü çirkinlik, noksanlık ve ayıplardan uzak, tertemiz, bütün kemal sıfatları kendisinde toplayan, güzellik, iyilik ve ihsanlarıyla övülen),

el-Latîf 
(yaratıklara karşı yumuşak, çok merhametli, çok lütufkâr, ihsan sahibi, insanlara hak ettiklerinden fazlasını veren her şeyin detayını, sırlarını en iyi bilen, işleri çok hassas düzenleyen, gözle görülmeyen),

Mâhid(ûn
(yeryüzünü yaratıkları için elverişli, yarayışlı ve faydalı olarak yaratan),

el-Mâlik
(bütün varlıkların sahibi),

el-Mecîd
(çok şerefli, çok itibarlı),

el-Melik 
(bütün varlıkları yöneten, dilediğini yapan, dilediği gibi hükmeden),

el-Melîk
(çok mülkü olan, her şeyin sahibi ve maliki, onları terbiye edip yetiştiren, mülk ve güç veren),

el-Metîn
(çok kuvvetli, çok dayanıklı, acizliği, za’fiyeti ve gevşekliği olmayan),

el-Mevlâ
(dost, yardımcı, görüp gözeten),

Mu’azzib(în)
(suç işleyenleri, zalimleri, günahkârları cezalandıran),

el-Mu’ızz
(izzet ve şeref, güç ve kuvvet, itibar ve şerefli kılan, aziz yapan),

el-Muhric
(bir şeyi açığa çıkaran, bir varlıktan başka bir varlık var eden, gizli şeyleri ortaya çıkaran),

el-Muhît
(ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatan, her şeye muttali olan),

el-Mukît 
(her şeye gücü yeten, rızık veren, yapılanları bilen, koruyan, mükâfat veren),

el-Muktedir
(güçlü, kuvvetli, istediğini istediği gibi yapan),

el-Musavvir
(yaratıklara şekil ve özellik veren),

Mûsi(’un)
 (gökleri genişleten),

el-Mübîn
(varlığı aşikâr olan, hakkı ızhar eden, gerçeği beyan eden),

Mübrim(ûn)
(hile ile kötülük yapmaya karar verenleri bilen, onların bu kötülüklerini boşa çıkran, onları 
kesin olarak cezalandıran),

Mübtelî(n) 
(deneyen, imtihan eden, gizli olanları açığa çıkaran),

el-Mücîb
(duaları, istekleri, dilekleri kabul eden, ihtiyaçları karşılayan, sıkıntıları gideren),

el-Müheymin
(insanların bütün yaptıklarını bilen, koruyan, görüp gözeten),

el-Mühlik
(isyan eden, azan, günaha dalan ve zulmeden fert ve toplumları helâk eden),

el-Mü’min
(yaratıklarına güven veren),

el-Müneccî 
(sıkıntı, bela ve azaptan kurtaran),

el-Münezzil
(nimet veren, su, sekînet, melek, kitap ve peygamber indiren),

el-Münîr 
(ışık veren, aydınlatan),

Münşi’(ûn)
(îcat eden, inşa eden, yapan, örneksiz olarak yaratan),

Müntekım(ûn) 
(suçluları cezalandıran),

Münzil(în)
(melek, kitap, su ve sekînet indiren, nimet veren),

Münzir(în)
(kullarına fayda ve zarar veren şeyleri bildiren; inkâr ve isyan edenlerin âkibetinin kötü olduğunu haber vererek onları bu davranışlardan sakındıran ve azabı ile korkutan),

Mürsil(în) 
(vahiy, peygamber, bol yağmur, aşılayıcı rüzgâr, koruyucu melek, âsiler için yıldırımlar ve âfetler gönderen),

el-Müste’ân 
(kendisinden yardım istenen, kendisine sığınılan),

Müstemi(ûn) 
(sesleri işiten, duyan),

el-Müte’âl
(aşkın, pek yüce, ulu, eksik ve noksanlıklardan berî olan),

el-Mütekebbir
(ihtiyaç ve noksanlığı gerektiren her şeyden münezzeh, pek yüce ve ulu),

el-Müteveffî
(yaratıkların canlarını alan),

en-Nâsır
(yardım eden),

en-Nesîr
(çok yardım eden, sürekli yardım eden),

er-Râfi
 (peygamber ve mü’minlerin itibar, şan ve şereflerini artıran, göğü yükselten),

er-Rahîm
(çok merhametli),

er-Rahmân 
(çok merhametli),

er-Rakîb 
(insanların hâllerini, sözlerini, yaptıklarını ve davranışlarını bilen, haberdar olan, murakabe edip koruyan),

er-Raûf 
(çok merhametli, çok şefkatli, çok acıyan),

er-Rezzâk 
(bol nimet, maddî ve manevî rızık veren),

Sâdık(ûn) 
(söz, iş, va’d ve va’îdinde doğru olan, her sözünü ve va’dini yerine getiren),

es-Samed
(her şeyin kendisine muhtaç olduğu, yöneldiği, her dilek ve isteğin mercii; hiç eksiği, kusuru ve 
ihtiyacı olmayan ulu, şanlı, dosdoğru, âdil ve güvenilir olan),

es-Selâm 
(eksiklik, acizlik, hastalık, ölüm ve benzeri şeylerden salim olan kullarına güven ve selamet veren),

es-Semî’ 
(her sözü, bütün konuşulanları en iyi işiten, duyan)

Şâhid(în)
(bilen, muttali olan, her şeye tanık olan),

eş-Şâkir 
(verdiği nimetlere şükreden ve çalışan kimseyi ödüllendiren),

eş-Şefî’ 
(mü’minlerin yâr ve yardımcısı, azap ve sıkıntılardan koruyucusu olan),

eş-Şehîd 
(her şeye muttali olan, gören, bilen, haberdâr olan, her yerde hazır nazır olan, hiçbir şey kendisinden gizlenemeyen, bütün sırlara vakıf olan, her şeyi murakabe eden),

eş-Şekûr 
(ibadet eden kullarının mükâfatlarını bolca veren, az çok her itaati ödüllendiren),

eş-Şey
(var olan, mevcut),

et-Tevvâb
(sürekli tövbeleri kabul eden),

el-Vâhid 
(zatında, isim ve sıfatlarında eşi ve benzeri bulunmayan tek olan),

el-Vâlî
(koruyup gözeten, yardım eden, işleri deruhte eden),

el-Vâris
(bütün varlıkların sahibi, bâkî ve ebedî olan, her şey kendisine dönen),

el-Vâsi’ 
(güçlü, kuvvetli, ilim ve merhameti her şeyi kuşatan, bütün yaratıklara rızık veren, nimet ve ihsanı bol olan),

el-Vedûd
(mü’minleri çok seven, kulları tarafından çok sevilen),

el-Vehhâb
(karşılıksız çok nimet veren, ikram ve ihsanda devamlı olan, lütfu, ihsanı ve rahmeti bütün kulları 
kuşatan),

el-Vekîl 
(güvenilen, koruyan, yardım eden, görüp gözeten, her şeyin maliki ve yöneticisi olan),

el-Velî
(dost, seven, görüp gözeten, yardım eden),

ez-Zâhir 
(varlığı her şeyden aşikâr olan, her şeye galip gelen, her şeyden yüce olan),

Zâri’(ûn) 
(ekinleri, bitkileri yetiştiren, büyüten),

Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû 
(Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah)

 *  *  * 

***(Toplam: 119 adet isim) (İsim tamlamaları dahil değildir. İsim tamlamaları 81 adet olup toplam 200'dür)





Ayet ve Hadislerle Hac ve Umre (Kartelalar - 12)

* * * HADİSLER * * * 

İbn-i Abbas'tan (r.a.) rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.s.)bize hitap ederek şöyle buyurdu: Ey insanlar! Hac size farz kılındı. Bunun üzerine el-Akra' b. Hâbis ayağa kalkarak: - Ey Allah'ın elçisi! Hac her yıl mı (bize) farzdır? diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.)şöyle buyurdu: - Yok, hayır. Bir defadır. Kim daha fazla yapacak olursa, o nâfiledir." (Müslim; "Hac", 412; Tirmizî, "Hac", 5, Tefsir-i Sûre (5), 15. Nesâî, "Menâsik"; " 1. İbn-i Mâce; "Menâsik", 2; Dârimî; "Menâsik"; 4; Ahmed b. Hanbel, I, 255, 292, 301, 321, 325; II- 508. )

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Allah’ın Elçisi bize konuşma yaptı ve,- "Ey insanlar! Allah size haccı farz kılmıştır, haccediniz" buyurdu. Bir sahâbî, - "Ey Allah’ın Elçisi! Her yıl mı?" diye sordu. Peygamberimiz, sükût etti cevap vermedi. Sahâbî sorusunu üç defa tekrarladı, bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), - "Eğer ‘evet’ deseydim her yıl hac yapmak farz olurdu, buna gücünüz yetmezdi" cevabını verdi. ( Müslim, "Hac", 412. bk. İbn Mâce, "Menâsik", 2.)

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.s.) 'e: - Amellerin hangisi daha fazîletlidir? diye sorulunca, o şöyle buyurmuştur: - Allah'a ve Rasûlüne îmân etmektir. -Sonra hangisidir? diye soru­lunca, şöyle buyurmuştur: - Allah yolunda cihâddır. - Sonra hangisidir? diye sorulunca, şöyle buyurmuştur: - Kabul olunmuş hacdır." (Buhârî; "Hac", 4; " İman", 18; Müslim, "İman", 135.)

İbni Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "İslâm dini beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ramazan orucunu tutmak." (Buhârî, "Îmân", 1, 2; Tefsîru sûre (2), 30; Müslim, "Îmân", 19–22. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 3; Nesâî, îmân 13.)

Ebû Hüreyre (r.a.) dedi ki, ben Resûlullah (s.a.s.) ‘ın şöyle buyurduğunu işittim: "Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner." (Buhârî, "Hac", 4, "Muhsar", 10)

Ebû Hüreyre (r.a.) 'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Umre ibadeti, daha sonraki bir umreye kadar işlenecek günahlara kefârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise, ancak cennettir." (Buhârî, "Umre", 1; Müslim, "Hac", 437. Ayrıca bk. Tirmizî, "Hac", 88; Nesâî, "Menâsik", 3, 5, 77; İbni Mâce, "Menâsik", 3.)

?Ebû Hüreyre (r.a.) 'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. O'ndan birşey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder. " (İbn Mâce, "Menâsik", 5).

Hz. Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: " Hac ve umreyi peşi peşine yapınız. Bu ikisi, körüğün; demir, altın ve gümüşün pasını yok ettigi gibi, fakirliği ve günâhları yok eder. Mebrûr haccın sevabı ancak cennettir" (Tirmizî, "Hac", 2; Nesâî, "Hac", 6; İbn Mâce, "Menâsik", 3)

İbn Abbas (r.a)’tan rivâyete göre; Has’am kabilesinden bir kadın Müzdelife günü Rasûlullah (s.a.s)’e: "Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın kullarına farz kıldığı hac ihtiyar babama da farz oldu. Babam yolculuk yapmaya dayanamaz, onun yerine ben haccedebilir miyim?" dedim. Peygamber (s.a.v)’de: "Evet" buyurdu.( Nesai, "Menâsikü'l-Hac", 9; Ayrıca bkz. Buhârî, "Hac", 1, "Cihâd", 154, 162, 192, "Edeb", 68; Müslim, "Hac", 407, "Fedâilü's–sahâbe", 135, 137.)

Abdurrahman b. Ya’mer (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Hac arafattır, Hac arafattır, Hac arafattır, Minâ günleri ise üç gündür." "... Kim iki gün içerisinde Minâ’dan Mekke’ye dönerse ona günah yoktur, kim de geri kalırsa yolunu Allah ve kitapla bulduğu takdirde günaha girmemiş olur..." (Bakara,2/ 203) Fecr doğmadan önce Arafat’a yetişen kişi Hacca yetişmiş olur. (Tirmizi, "Tefsîru'l-Kur'ân", 2)

Âişe (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Allah, hiçbir günde, arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azat etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklaşır ve meleklere karşı onlarla iftihar ederek "Bunlar ne diliyorlar?" buyurur" (Müslim, "Hac", 436; İbn Mâce, "Menâsik", 56)

* * * AYETLER * * *

(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara, 2/144) [1]

Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur.[2] Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.” (Bakara,2/158)

Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.”[3] (Bakara,2/189)

Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır) sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum), ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.”
 (Bakara, 2/196)

Hac (ayları), bilinen aylardır.[4] Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” 
(Bakara, 2/197)

(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizin lütuf ve keremini istemekte size bir günah yoktur. Arafat’tan ayrılıp (sel gibi Müzdelife’ye) akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.[5] Onu, size gösterdiği gibi zikredin. Doğrusu siz onun yol göstermesinden önce yolunu şaşırmışlardan idiniz. Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 
(Bakara, 2/198-199)

Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.[6]
 (Bakara, 2/200)

Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim[7] vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)” 
(Al-i İmran, 3/96-97)

Ey iman edenler! Allah’ın (koyduğu din) nişanelerine[8], haram aya[9], hac kurbanına, (bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara ve de Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâ’be’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”
 (Maide, 5/2)

Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik. İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.  Gelsinler ki, kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde[10] (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Artık onlardan siz de yiyin, yoksula fakire de yedirin. Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” 
(Hac, 22/26-29)

[1] . Hz.Peygamber, Hicrî ikinci yılın ortalarına kadar namazlarda Kudüs cihetine yöneliyor, fakat hep Kâbe’ye yönelme emrinin gelmesini bekliyordu. Bir ikindi namazı sırasında Allah Teâlâ, Kâbe’ye doğru yönelmesini emretti. Kudüs’e doğru yönelerek başlanan bu namaz Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu olayın geçtiği yerde yapılan mescit, bugün “Mescid-i Kıbleteyn”, yani iki kıbleli mescit diye anılmaktadır.
[2] . Safa ile Merve, Kâbe’nin doğu tarafında bulunan iki tepenin adıdır. Bu iki tepe arasında usulünce gidip gelme demek olan “sa’y”, Hz.İbrahim, eşi Hacer ve oğlu İsmail’e dayanan bir geleneğin ihyası olup, haccın ve umrenin vaciblerindendir. Cahiliye döneminde Safa ve Merve tepelerinde putlar bulunuyor ve müşrikler de bu tepeler arasında sa’y ediyorlardı. İslâm gelince mü’minler, bu eski müşrik uygulaması sebebiyle, Safa ve Merve arasında sa’y etmekten endişe etmişlerdi. Bu âyet onların endişesini gidermektedir.
[3] . Hz.Peygamber’e, “Hilâl niçin önce iplik gibi incecik görünüyor, sonra kalınlaşıp nihayet daire şeklini alıyor?” diye soru yöneltilmişti. Âyetin bu kısmında söz konusu soruya, ayın hareketlerinin zaman tayininde, özellikle hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin vakitlerinin belirlenmesinde kıstas olduğu ifade edilerek cevap verilmektedir.
[4] . Hac ayları, Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce ayının ilk on günüdür.
[5] .Meş’ar-i Haram, Müzdelife’de bir yerdir. Müzdelife vakfesinin burada yapılması sünnettir.
[6] . Tefsir kaynaklarında ifade edildiğine göre, İslâm’dan önce müşrikler hac işlemlerini tamamladıktan sonra Müzdelife’de oturur, atalarını anar, onlara ve kendilerine ait başarılarla öğünürlerdi. Bu âyette, müslümanlara, müşriklerin bu âdetine uymamaları ve Allah’ı çok anmaları hatırlatılmaktadır.
[7] . Âyette geçen “Makam-ı İbrahim”in ne olduğu konusunda tefsir bilginleri çeşitli görüşler belirtmişlerdir. “Hac ibadetinin yapılması sırasında ziyaret edilen yerlerden biri”, “Kâbe”, “Harem diye bilinen alan”, “Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken iskele olarak kullandığı ve halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu alan” şeklindeki açıklamalar bunlardan bazılarıdır.
[8] . Meâlde geçen “nişaneler” kelimesi, âyetteki “şeâir” kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. “Şeâir”, alametler, işaretler ve semboller demektir. Burada kastedilen, dinin belirgin alametleri, işaretleri ve sembolleridir. Özellikle de haccın eda edildiği kutsal yerler ve bazı hac fiilleridir.
[9] . Haram ay ifadesiyle Muharrem, Zilka’de, Zilhicce ve Receb aylarından her biri kastedilmektedir
[10] . İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre, bu belli günler Zilhicce’nin ilk on günüdür. Onuncu günü Kurban bayramının ilk günü olmaktadır.







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...