8.12.13

150 TL İçin Yapmayacağım Şey Yok

Televizyon dünyadan haberdar olmazı sağlıyor, bize dünyada olup bitenleri bildiriyor.

Bildirdikçe sorumluluk yüklüyor.

"Allah'ım Afrikayı bilmiyordum, Kongo'daki yetimleri görmedim" deme ihtimalimizi ortadan kaldırıyor.

Düşünsek aslında oradaki canın, senin canın olan evladının canından ne farkı var. Allah o canı ona evladının canını da evladına verirken sen orada mıydın? Sen mi tayin ettin? Hayır. Allah dileseydi senin evladının ruhunu en baştan ona, onunkini de senin evladına üflerdi de senin bundan haberin bile olmazdı. O zaman şimdi sana yabancı gelen ruh belki senin dünyadaki en sevgilin olurdu.

Anneni babanı sen mi tayin ettin. Televizyonda görüp belki hiçbir yakınlık hissetmediğin kişi senin dünyaya gelmene vesile olan kişiler olabilirdi, Allah dileseydi senin dünyaya gelişinde onları vesile ediverirdi de belki de senin için dünyada onlardan daha sevimli kimse olmazdı. Aslında senin hiçbir yakınlık hissetmediğin kişinin senin beşer içinden en sevdiklerin olma ihtimali, ruhların yaratıldığı günden doğduğun güne kadar gelen bir olasılık idi. 

O halde sevgi göreceli bir kavram. Anne babamıza duyduğumuz sevgiyi başkalarına duymuyoruz ama duyma olasılığımız var idi, sadece Allah'ın takdiri neticesinde gerçekleşmedi. Öyleyse bir Afrikalı çocuğu sanki kendi çocuğumuzmuş gibi, bir Arakanlı anayı sanki kendi anamızmış gibi sevme yolu da bizim için teoride açıktır. Nazari olarak bu mümkün, ama kirlenmiş gönüllerle bunu ne kadar başarabiliriz, işte onu bilemiyorum. 

Başaran yok mudur? Öyle tahmin ediyorum o kadar çoktur ki... Beşer tarihinde gelmiş geçmiş milyonlarca gönül ehli başarmış olsa gerek. Aslında biz de her ne kadar kirli paslı da olsa hala muhabbetle çarpan bir kalbe sahipsek başarabiliriz kanaatindeyim.

Bir düşünün, evladınız, 6 yaşındaki yavrunuz yetersiz beslenmeden dolayı katarakt oluyor ve ameliyat olması gerekiyor. Küçük bir mebla para lazım. Ama sizde yok. O yavru gözünüzün önünde durup durdukça sizin o parayı temin etmedeki gayretiniz katlanarak artmaz mı? Hatta bir raddeden sonra belki de helal dairede "Yapmayacağım şey yok, yeter ki yavrumun gözünün nuru geri gelsin" noktasına gelmez misiniz? Hangi vicdan sahibi evladının bu durumuna dayanabilir. İşte Afrikada yüzbinlerce evladımız bu durumda. Yardım dernekleri 150 TL-200 TL gibi bizim için düşük gelebilecek ama manevi ağırlığını dünyanın dahi tartamayacağı meblalarla bu yavrularımızın dünyasının aydınlanmasına vesile oluyorlar.

Kendi evladımız için o küçük meblayı bulmak için nasıl gayret ediyorsak, Afrikadaki yavrumuz için de öyle gayret etmemiz gerekir aslında. Keşke düşünebilsek. Keşke bilebilsek. Keşke bildiğimizi uygulayabilsek. Burada keşke demenin bir mahzuru olmasa gerek.

Görmedin mi Afrikadaki yetim çocukları, kaldıkları barakaları, yedikleri ya da daha doğrusu yiyemedikleri yemekleri, giyemedikleri kıyafetleri. Görmedin mi? Bilmiyor muydun? Kendi evladın aynı durumda olsaydı onuda mı görmeyecektin? Asra yemin olsun ki hüsrandayız.

Kendi evladının sağlığı için çalışıyor gibi dertli-gayretli tüm mazlum evlatlarımızın sağlığına çalışmalıyız. İsterse bizden uzak olsun, isterse rengi bizden farklı olsun, isterse dili bizden farklı olsun, isterse memleketi bizden farklı olsun, hatta isterse ana babasının dini bizden farklı olsun. Her çocuk islam fıtratı üzerine doğmuyor mu? Her çocuk günahsız, masum değil mi? Elbette öyle.

Nasıl kendi çocuğun yetim kalsın istemezsin, yetim kalsa barınacağı bir yer olsun istersin, namusundan giyiminden yemesinden içmesinden emin olmasını istersin, işte öyle de dünyanın tüm mazlum çocukları için aynı şeyi istemelisin. Belki bu bir erdem değil, olması gereken. Nasıl ki dar daireden bakınca kendi çocuğun ile Afrikalı bir çocuk sana farklı geliyor, öyle de senin halis niyetin belki sana erdem gibi gelebilir. Aslında bu bilirsen bir hakikat, hiçbir masum can diğeri arasında yok bir fark.

O halde diyoruz ki 150 TL için şu dünyada helal dairede yapmayacağız şey yok. Ne kadar maddeci geliyor kulağa değil mi? Ama niyet işi değiştiriyor.

Tüm bu düşünceler kirden katranlaşmış sinelere saçma-sahte gelebilir, belki bunlara gülebilirler, varsın gülsünler, biz bunlara ağlıyoruz, ağlayanlarla birlikte. Keşke hakkıyla ağlayabilsek. Hakkıyla üzülebilsek. Izdırabını-sancısını hakkıyla sinelerimizde duyabilsek. Keşke şöyle burnumuzun direği ızdırapla bir sızlasa, gözler yaşlansa, şakaklar ızdırapla sanıcısa. Varsa okyanuslarından bir damlacık kadar dahi idrakımız, niyazımız arttırmandır Rab'bımız.

Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.

Allah'ın Selam'ı Rahmet'i ve Bereket'i üzerinize olsun.

Konuyla ilgili aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz. 






7.12.13

Uçak Biletlerine Tavan Fiyat Konulmasının İslamda Yeri Var Mı?

Uçak biletlerine tavan fiyat konulduğu yönünde haberler okuduk. Bunun haricinde devletlerin tavan fiyat taban fiyat uygulamalarını zaman zaman çeşitli alanlarda görmekteyiz.

Peki ama tavan-taban fiyat uygulamalarının islamda yeri var mı? Caiz mi? İslama uygun mu? Allah Resulü (s.a.v.) zamanında böyle uygulamalar olmuş muydu? Bunların detaylı cevabını aşağıdaki kısa birkaç paragrafta bulabilirsiniz.

* * *


 İslamda Tavan-Taban Fiyat Koyma Yasağı: İslam ekonomisinde fiyat koymak, taban veya tavan fiyatlarını belirleme diye bir şey yoktur. Fiyat koymak, haramdır; genel çoğunluğun görüşü budur. Fakat Malik, bunun caiz olduğu görüşündedir. Fakat bundan maksadın, çarşıda bir adamın ihtikâr yapmasıyla ve fiyatlarda tekel tahakkümü kurmasıyla devletin uygun olan bir fiyatı belirlemesi ümit edilir. (Mansur Ali Nasıf, Tac, II, 204, dip not: 4)

Hz. Peygamber (asv), fiyatların devlet tarafından tespit edilmesini, enflasyonu önleyici bir tedbir olarak görmemiştir. (bk. Fazlurrahman, İslamiyet ve İktiadi Adalet meselesi, (çev: Yusuf Ziya Kavakçı) s. 42). Ömer Nusuhi Bilmen, devletin narh koymaması, malların fiyatlarını tayin ve tespit etmemesi esastır. Allah Teala hazretlerinin her işte bir hikmeti vardır. Fiyatların bazen düşmesi, bazen de yükselmesi, sadece doğal şartlarla meydana geliyorsa, bunu normal karşılamak gerekir, demiştir. (Ö.N.Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye, VI, 125) Diğer taraftan fiyat koymak, ticari hayatta malların gizlenmesine sebep olabilir. Malların gizlenmesi de fiyatların yükselmesi sonucunu doğurur. Fiyatların yükselmesi de fakirlere zarar verir. (Seyyid Sabık, Fıkhu’s Sünneh, III, 105) 

Enes ve Muhammed b. Abdurrahman’dan rivayet ediliyor ki, Resulüllah (asv) zamanında bir vakit fiyatlar yükseldi. İnsanlar Hz. Peygambere gelip bizim için fiyat koy, dediler. Bunun üzerine Resulüllah da şöyle buyurdular: 

“Fiyatları koyan, kıtlık ve bolluk yapan ve rızk veren Allah’tır. Allah’a yemin ederim ki, ben size kendiliğimden ne bir şey verebilir ve ne de men edebilirim. Ben ancak bir hazinedarım; işleri emir olunduğum gibi yaparım; veren ise Allah’tır. Ben, mal, can ve kan hususunda hiç kimsenin hakkını üzerime geçirmeden Allah’a kavuşmak istiyorum.” (Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s. 91; Ebu Davud, III, 272; Tirmizi, III, 605; İbn Mace, II, 741) 


Tam metin ve kaynak için bakınız : http://www.sorularlaislamiyet.com/m/index.php?oku=180274


Evet, İslamda durum budur. Faiz yeyip duran kirli gözler bunları görmeyebilir, kirli kulaklar bunları duymayabilir, kirli ağızlar bu hakikatleri dile getirmeyebilir, kirli eller hakikati ayağa kaldırmaya bu gibi yanlışları düzeltmeye çalışmayabilir, kirli zihinler belki bunları anlamamazlıktan gelebilir. Ama hakikat budur. Hakikatı söndürmeye hiçbir beşerin gücü yetmez. Hala düşünüp öğüt almayacaklar mı?

Allah'ın Selamı Selameti Rahmeti ve Bereketi Hakkı ve Hakikatı savunanların üzerine olsun.

  

4.11.13

Hicri Yeni ılınız Kutlu Olsun

Hicri 1435 yılına giriyoruz. Tüm kardeşlerimizin hicri yeni yılını tebrik ediyoruz. Bu vesileyle, aşağıdaki sorulala ilgili kısaca bilgi vermek istiyoruz:
- Hicri takvim nedir; ne zamandan beri uygulanmaktadır?
- Hicri yeni yılın ilk ayı olan Muharrem ayına özel bir ibadet var mıdır?
- Peygamberimiz yeni yılı nasıl karşılamıştır?
- Aşure günü nedir? Aşure gününe özel bir ibadet şekli var mıdır?
Hicri tarih, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlar. Ancak takvim başlangıcı olarak bu tarih, Hz. Ömer devrinde kabul olunmuştur. Ondan önce arapların belli bir tarihi yoktu. Bazı önemli hadiseleri (Hz. İbrahim'in ateşe atılışı, Fil vakası vb.) tarihe başlangıç olarak gösteriyorlardı.

Hicretten on altı yıl sonra (638), dönemin halifesi Hz. Ömer'in emriyle Medine'de bir meclis toplanarak, tarih meselesine bir çözüm bulunması istendi. Hz. Ali'nin teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile Hz. Muhammed (a.s)'in hicreti, İslâm tarihine başlangıcı ve Muharremin de bu yılın ilk ayı olması kararlaştırıldı. Böyle bir uygulamanın konulmasına sebep olarak şu iki husus gösterilmektedir. Hz. Ömer devrinde ibraz edilen bir borç senedinde ödeme için vâde tarihi olarak gösterilen Şaban ayının, geçen yılın mı yoksa gelecek yılın mı olduğu kestirilememişti. Ayrıca aynı dönemde Basra valisi olan Ebu Musa el-Eş'arî'den gelen bir yazıda; Hilâfet makamından gönderilen kâğıtların hangisi önce hangisi sonra olduğu ve hangisinin hükmüyle hareket edilmesi gerektiğinin bilinmediği cihetle, bu sorunun acilen halledilmesi isteniyordu. Bu nedenlerle Hicret İslam tarihine başlangıç teşkil etmişti.

Hicrî-Kamerî yıl, on iki aydır. İlk ayı olan Muharrem ile birlikte Receb, Zilkade ve Zilhicceye Araplar "eşhur'i hurum" adı verir ve bu aylarda savaştan ve her türlü şiddetten uzak dururlardı.

Hz. Muhammed (s.a.s), bu ayın dokuz, on ve on birinci günleri oruç tutmayı ashabına tavsiye etmişti. Peygamber Efendimiz buyurur ki: "Ramazan orucundan sonra,
tutulan oruçların en faziletlisi Allah'a izafet ile şereflendirilen Muharrem ayındaki oruçtur" (Riyazü's-Sâlihin, II, 504). Diğer hadislerde, Muharrem ayının onuncu gününe rastlayan ve pek çok önemli olayın cereyan ettiği "Aşûra günü'nde tutulan orucun, bir yıl önce işlenen hata ve günahların bağışlanmasına vesile olacağı müjdelenmiştir"(Riyâzü's-Salihin, II, 509).

Emevilerin ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve hicri 61/milâdi 680 yılı Muharrem ayının onuncu cuma gününde vuku bulan Hz. Hüseyin'in şehadeti meselesinden dolayı Şiilerce o gün matem günü sayılmış ve bu matem daha sonraları geniş çapta ve resmi bir hüviyete bürünmüştür.

Aşura günü denilen Muharrem ayının onuncu gününde, tarihte pek çok önemli olayın meydana geldiği rivayet edilmektedir. Bunlar arasında şu olayları saymak mümkündür:
- Nuh (a.s)'un gemisinin tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturması bu güne rastlar. Bilindiği gibi bu olay, Hz. Nuh'a inananların bir gemi vasıtasıyla kurtulduğu ve inkarcıların da bütünüyle yok olup gittiği bir olay olmuştu.
- Bunun yanında, Hz. Adem'in tevbesi,
- Hz. İbrahim'in ateşten kurtulması ve
- Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması bu güne rastlar.
- Öte yandan Muharrem ayının on altıncı günü Kudüs'ün kıble tayin edildiği ve
- on yedinci günde Fil ashabının geldiği gün olduğu nakledilenler arasındadır.

Muharrem ayının Osmanlılar devrinde de ayrı bir yeri vardı. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve "Muharremiye" adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça kabarıktır. Ayrıca yeni sene başı olması hasebiyle bu ayda, devlet erkanı, padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahın "Muharremiye" denilen hediyelerini alırlardı.

Muharrem ayı Osmanlı arşivlerinde "Muharremü'l-Haram" şekliyle geçmekte ve kısaca "mim" rumuzuyla gösterilmektedir. (Mefail HIZLI - Şamil İslam Ansiklopedisinden)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...