26.9.12

Siyasette Hilal Taktiği ve Dershanelerin Kaldırılması


Dershanecilik şu anda yüz bin kişinin istihdam edildiği devasa bir sektör.

Hükümetten dershaneleri 2-3 sene içerisinde kaldıracakları yönünde beyanlar geldi. Bu konuda bir irade ortaya kondu.

Şu an 444 eğitim reformu yeni yapıldı, bu reformun oturmasıyla dershane reformu başlayacaktır. Dershane reformu henüz "kamuoyunda tartışmaya açılma" safhasında. Tabii bu halk için, kamuoyu için bu safhada. Reformu planlayanlar için reformun aşamalarının, süreçlerinin ve genel planının tamamlanmış olması gerekiyor. Eminim tamamlanmıştır da. (Bunca siyasi tecrübe mutlaka bunu gerektirir, aksini düşünmek saflık olur.) Kısacası bizim için yeni başlıyor gibi görünen süreç reformun müstakbel uygulayıcılarının kafasında nazari olarak tamamlanmış durumdadır.

Güncel olarak, dershanelerin kaldırılamayacağı, kaldırılırsa özel ders alamayan orta kesimin mağdur olacağı tezi konuşuluyor. Çok da doğru. Ancak öyle tahmin ediyorum ki reformcuların kafasında orta sınıfı mağdur etmek gibi bir niyet kesinlikle yok.

Dikkat edilirse bir reform yapılacağı sırada ortaya kamuoyunun tartışması için fikir kaba hatlarıyla atılıyor. Ancak fikir öyle bir şekilde ortaya atılıyor ki, sanki o haliyle uygulansa çok kişi mağdur olacak, kaos olacak, çoklarının canı yanacak, zararı faydasından çok olacak, yapılan iş de hiçbir işe yaramayacak... Tabii siyasi rakipler de bu noktalardan başlıyorlar vurmaya. "Böyle saçma şey olmaz, olursa şöyle şöyle olur" Evet, genellikle söyledikleri de doğru oluyor. Eğer ilk söylenildiği şekliyle o reform yapılsa gerçekten de dedikleri olur. 

İşte bu noktada bir müddet siyasi rakiplerin atıp tutmasına müsaade edilir. Meydanı onlara bırakmış gibi gözükülür. Bu durum rakibin işine gelir ve mal bulmuş mağribi gibi daha da yüksek perdeden konuşmaya, daha da yüksekten atmaya başlar. Zaten böyle yapması yaratılışının(fıtrarının) ve tabiatın gereğidir. Hem böyle yapmasa kendi içerisinde çatlak sesler yükselir, lider pasiflikle ve hatta korkaklıkla suçlanır. Rakibe vurdukça içeride de "Helal olsun, arkandayız" havası oluşur. Bu yüzden rakibin hucum etmemesi mümkün değildir.

Tam bu esnada bağımsız kanattan, ya da yandaşların bazılarından da "Böyle iş olmaz, böyle reform olmaz, olursa şu şu nedenlerle şu şu sakıncalar doğar" gibi açıklamalar gelir. Bunlar rakibin hucumunu daha da arttırır.

İşte bu nokta sahte ricat(geriçekilme) noktasıdır. Türk milletinin binlerce yıldır savaşlarda uyguladığı, düşmanın da adı gibi bildiği, ama her seferinde de tuzağa düştüğü taktik meşhurdur; Hilal taktiği, ya da diğer bir adıyla Kurt Kapanı. İşte esasen burada kurt kapanının siyasi versiyonu oynanmaktadır.

Siyasi rakipler artık geri dönülemez noktaya geldiğinde ve tüm güçleriyle vurmaya başladıklarında, ve biraz da fazla açıldıkları sırada yapılacak iş ya da reform tam olarak ortaya konur. Reform tam olarak ortaya konduğunda şu görülür; reformda öyle ince düşünülmüş kilit uygulamalar var ki, ortaya attıkları çoğu tezi çürütüyor, meseleyi hayret ve hayranlık uyandıracak bir şekilde çözüyor. Yapılan tüm aleyhte konuşmaların önemli bir bölümü geçersiz ve değersiz oluyor. 

Bu sayede, siyasi rakip sizin reformunuza muhalefet ederken bir zanna göre muhalefet ediyor. Ama reform tam olarak ortaya konduğunda yaptığı muhalefetin büyük oranda geçersiz ve boş olduğu gerçeğiyle karşılaşıp hayal kırıklığına uğruyor. Karşı tarafta oluşan hayal kırıklığı da; reformunuza  muhalefet edilmesi için rakibin muhtaç oluduğu kuvvetin tam olarak ortaya konmasında zaafiyet oluşturuyor. Kısacası reformun aslına gelecek eleştiri ve tepkilerin bir kısmı baştan absorbe edilmiş, kalan kısmının da tesiri azaltılmış olunuyor. Karşı taraftaki hayal kırıklığı da ayrıca reformist tarafta bir motivasyonun oluşmasını sağlar.

Reform şöyle olacaktır (ve bence öyle de olmalıdır), dershaneler örneğin sadece Büyükşehir Belediyeleri sınırları içerisinde, ya da nüfusu yüz elli bini aşan yerleşim yerlerinin içerisinde yasaklanmalı ve buralarda özel okullara dönüştürülmeleri vergi indirimleri, arsa teminleri vb. enstrümanlarla teşvik edilmeli. Küçük il ve ilçelerde ise dershaneler faaliyetlerine devam etmeli. Ve hatta büyük şehirlerde okula dönüşmeyen dershaneler de küçük şehirlerde ve ilçelerde dershanecilik yapmaya bu şekilde teşvik edilmiş olurlar. Evet ne şişin ne de kebabın yanmayacağı, herkesin kazanacağı, sadece pastanın kaymağını yiyen çok küçük bir kesimin zarar göreceği (ki bunların zarar görmesi olumsuz değil sosyal denge ve adalet açısından olumludur) çözüm bu olsa gerek. Evet, bu işten büyük şehirlerde yüksek ücretlerle dershanecilik yapanlar eskisi kadar çok kazanamazlar, bunlara özel okullar kurdurulur, bu sayede devletin sırtındaki okul yapma yükü bir nebze de olsa hafifletilir. Dershanecilerin kırsala daha fazla hizmet götürmesi teşvik edilmiş olur ki bu da sosyal adalet, denge ve fırsat eşitliği için faydalı olur. 

İşte reformun can alıcı kısmı, dershanelerin kaldırılması değil, dershanelerin büyük şehirlerde kaldırılmasıdır.

Evet, reformcular bunu en baştan bu şekilde düşünürler. Ancak siyaseten, bir nevi hilal taktiğinin siyasi versiyonunu oynamak için en baştaki beyanatları farklı olur. "Biz dershaneleri kaldıracağız" derler. Bu bir sene tartışılır. Reformun yapılma zamanı geldiğindeyse "Dershaneleri büyük şehirlerde kaldıracağız" derler ve derhal uygularlar.

Hilal taktiğinin siyaseten nasıl oynandığı az çok kafalarda şekillenmiştir. Şekli daha da netleştirmek için biraz hilal taktiğini açalım.

Hilal taktiğinde, iki ordu karşı karşıya geldiğinde merkez kuvvetler düşmanın merkezine nispeten hızlı bir hücuma kalkar. Öyle ki sağ ve sol kanatlardaki kuvvetlerden kopmuş görünür. Bunu bir cahillik-bilgisizlik-tedbirsizlik adleden ve kazanma fırsatı gibi gören düşman kendisine hucum eden nispeten zayıf ve (görünüşte) kanatlardan kopmuş merkeze hücum eder. Bu kuvveti yok edip düşman ordusunu(yani Türk ordusunu) ortadan ikiye ayırmayı hedefler. Düşman, bölünen ordunun dağılacağı ve savaşı kazanacakları hayalleriyle merkeze tüm gücüyle saldırır. Bu saldırı sonucunda Türk ordusunun merkezi sahte ricat yani sahte geri çekilme yapar. Türkün kaçtığını zanneden gafil düşman ölümüne daha da hızlı adımlarla koşar, kaçan Türk merkez kuvvetlerine hücumunu daha da arttırır. Zafer nağralarıyla birlikte karşısından kaçanları daha da hızlı bir şekilde kovalar. İşte tam bu esnada Türkün kanatları çelik bir ok gibi hücuma kalkar. Türkün kanatlardan kopmuş merkezini yok etme hayalleriyle, azının salyaları aka aka hucum eden düşman, Türkün kanatlarının hücumu ve merkezinin de durup tekrar yüzünü düşmana dönmesiyle bir hilal içinde kalmış olur. Artık düşmanın akıbeti Türk'ün insafına kalmıştır. Ya yok olurlar, ya da kaçmaları için bırakılan boşluklardan öne ve arkaya öldürücü darbeler alarak kaçarlar.

Sahte ricat ve sahte ricata mukabil yapılan hücumlar(pusu) kısa bir süre sonra hayal kırıklığına dönüşmüş ve  düşmanın sonunu hazırlamıştır. O hücumlar düşman için sonun başlangıcı olmuştur.

Konudan kopmak istemem ama, merkez kaçarken hücum etmek de çelik gibi irade ister. Bu da Türk'ün her zerresinde mevcuttur. Bunu da belirtmemek, şimdiye kadar bunu uygulamış şanlı ecdadımıza karşı saygısızlık olurdu.

Evet, reformun tartışılması için yapılan o ilk açıklama merkezin fütursuz gözüken ama bir planın parçası olan hücumu gibidir. Rakip bunun bir zaaf ve tedbirsizlik olduğunu düşünerek, ve hevesle, ve tüm gücüyle karşı taaruza geçer. Vurur da vurur, vurur da vurur. Tuzağa doğru iyice yaklaşır. Tuzağa geldiğindeyse artık yapacak birşey kalmaz.

Hilal taktiği sayesinde öğleden ikindiye ne savaşlar kazandığımızı tarih yazmaktadır.

Akıllı olanlar bu taktiği iç siyasette kullanır, ve gördüğüm kadarıyla kullanmaktalar da.

Ama tarih gösteriyor ki daha da akıllı olanlar bu taktiği dünya siyasetinde de uygulamışlardır. Bizde uygulayan Sultan Abdülhamit Han gibi dahiler olduğu gibi, maalesef yüz yıl önce bize karşı uygulayanlar da olmuştur. Lozanda ve Lozana giden süreçte de bize karşı siyasi hilal taktiği uygulanmıştır ve maalesef bizi kendi silahımızla, kendi taktiğimizle vurmuşlardır. Zaten başka türlü de vurmaları mümkün değildi. Evet biz belki kazandığımızı düşünürken 1926'da Musul'u  kaybettik. Milli yeminimizi tutamadık. Balkanları kaybedişimiz de ayrı bir misalidir. Bunları görmek ve anlamak lazım. Bir piyon olmak istemiyorsak, en azından anlamamız lazım. 

Misakı Milli haritasına bugünden bakıldığında ve bugün bu konu konuşulduğunda sanki başka ülkelerin topraklarında başka milletlerin yurtlarında gözümüz varmış gibi gözükebilir, ama işin aslı öyle değil,  o tarihte bu bölgeler Türklerin çoğunlukta olduğu birer Türk yurdu. Bunu da akıldan çıkarmamak gerekir. Kuzey Irak'a, Balkanlara girelim demiyorum, bunun hayallerini de kurmuyorum, sadece ve sadece tarihsel gerçeklerden bahsediyorum. Biz, hakkı olmayanı isteyen zorbalardan, açgözlü sömürgecilerden değiliz, ve kimse de bunu iddia edemez. Olmadığımızı da tarih kesin olarak ispat etmektedir.

Bu yazının bugünümüzde ve gelecekte muhatabını bulması temennisiyle..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...