5.8.12

Doğu Türkistan'da Çin İşkencesi

Somali Arakan derken Doğu Türkistan'daki zulmü atlamak bize yakışmaz. Somali ve Arakan ile ilgili birçok yazı yayınladık. Hepsini de bir borçluluk hissiyatıyla yaptık. Hatta, göstermemiz gereken gayretin altında bir gayret gösterdiğimizden belki suçluluk duygusuyla yayınladık. Şimdi bir başka zulme daha nazar edeceğiz. Doğu Türkistan. Burada yaşayan müslümanlar, Uygur Türkleri. Türk tarihini bilenler Uygur Türkleri'nin tarihteki yerini ve önemini iyi bilirler. Hatta bu milletin karakteri de tarihten çıkarılabilir. Medeni, yeniliğe ve ilerlemeye açık, insan ve tabiat sevgisi olan bir millettir. Çin'in Doğu Türkistan zulmü ile ilgili internetten derlediğimiz yazıları dikkatlerinize arz ediyoruz.

--------------------------------------------------

Ramazan ayıyla birlikte Çin yönetimi, müslüman Doğu Türkistanlılara karşı zulümlerini arttırdı. Öyle ki oruç tutmak dahi yasak. yanlış okumadınız. Oruç tutmak yasak.

Çin yönetimi “Komünist Parti kadrolarının, devlet memurlarının (emekliler dahil) ve öğrencilerin Ramazan ayına özgü dini faaliyetlerde bulunması yasaklanmıştır” kararını uygulamaya koydu.

Ramazan öncesi Çin yönetimi, Okul Müdürleri, öğretmen, memur ve aile reislerine "Ramazan'da İstikrarın Korunması ve Güvenlik Taahhütnamesi" adlı bir belge imzalattı. Buna göre; Komünist Parti üyeleri, devlet memurları, öğrenci ve gençlerin dini eğitim almaları, oruç tutmaları, dini etkinliklere katılmaları, camilere gitmeleri ve namaz kılmaları yasaklandı. Taahhütnamede ayrıca bu kişilerin diğer dinleri terk ederek Ateist olmalarının zorunlu olduğu hükmü bulunuyor.

Hür Asya Radyosuna açıklamalarda bulunan Hotan şehrinden bir Müslüman Uygur, Yönetimin ramazan ayında dini hassasiyetleri nedeniyle lokantalarını kapatan esnafları tehdit ettiğini, lokantalarını ramazan ayında açmadıkları takdirde bir yıl süre ile ticari izinlerinin iptal edileceğini bildirdiğini aktardı.

İşgal yönetiminin sivil güvenlik memurları evlere gelerek, Kadir gecesinde toplu ibadetlerin ve dini kimliği yansıtan giysiler giymenin yasaklandığı yönünde uyarılar yapıyor.

Çin işgal yönetiminin Ramazan dolayısıyla aldığı bu yeni yasaklamalar, Müslüman Uygurların yoğun tepkisine neden oluyor.

---------------------------------------

Ayhan Demir

1949 yılından beri Kızıl Çin işgali altında bulunan ve 1955 yılında sözde ‘Özerk Bölge’ statüsü verilen Doğu Türkistan, yıllardır devam eden özgürlük mücadelesine rağmen, dünyaya sesini duyuramamış bir coğrafya. Kızıl Çin, yüzyıllardır taşıdığı ismin aksine, Doğu Türkistan topraklarını “Yeni kazanılmış topraklar” anlamına gelen “Sincan” olarak adlandırıyor.
Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’na göre; ülkede yaşayan bütün milletler, inanç ve ibadet özgürlüğüne sahipler. Ne var ki, 35 milyon civarındaki Müslüman Uygur Türkü, yıldır, büyük insan hakları ihlallerine maruz bırakılıyor.
Kızıl Çin, özellikle 11 Eylül 2001’de yaşananları fırsat bilerek, ülkede yaşayan farklı etnik gruplar üzerindeki sistemli sindirme ve asimilasyon politikasını daha da arttırdı. Çin yönetimi, bu tarihten beri, Uygur Türklerine yönelik “Doğu Türkistan Teröristleri” ifadesini kullanıyor.
Kızıl Çin yönetimi, Türkiye’den bu ülkeye yapılan her üst düzey ziyaret öncesinde ve sonrasında, Uygur halkına yönelik yeni bir baskı ve şiddet hareketine girişiyor. Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Haziran 2009′daki Doğu Türkistan ziyaretinin ardından, 5 Temmuz’da Urumçi katliamına imza atmıştı. Yine Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Ekim 2010’daki Çin ziyareti öncesinde dört Uygur Müslüman, Urumçi’de idam edilmişti.
Doğu Türkistanlı Müslümanlar, örf, adet ve geleneklerini özgürce yaşayamıyor, ibadetlerini yerine getiremiyorlar. Dini eğitim aldıkları, ibadet ettikleri, hatta dinlerinden bahsettikleri için hapse atılıyor ve işkence görüyorlar. Şayet devlet memuruysalar, işten atılıyorlar.
Uygur Müslümanlarına yönelik, inanç ve ibadet kısıtlanmasına dair örneklerden bir tanesi, 2005 yılı Ağustos ayında yaşanmıştı. Eminan Momkisi isimli öğretmenin evinde Kur’an-ı Kerim dersi alan, 7-20 yaşları arasındaki 37 öğrenci, Çin polisinin baskınına maruz kaldılar. Baskın neticesinde Bayan Momkisi tutuklanırken, çocuklar 7-10 bin yen (863 ila bin 233 dolar) kefalet ücreti karşılığında ailelerine iade edildiler. Verilen cezaların delilleri ise, 23 adet Kur’an-ı Kerim, 56 adet Elifba ve diğer ibadet malzemeleri.
Doğu Türkistanlı Müslümanlar, en temel insan haklarından biri olan yeterli eğitim alma imkânından da mahrum bırakılıyorlar. Okul müfredatlarında hiçbir dini bilgiye yer verilmeyen, dini eğitim veren hiçbir resmi kurum bulunmayan, pek çok muhbirin kol gezdiği ve insanların birbirlerini ele vermeye zorlandığı bu ülkede, bir babanın çocuğuna dini nasihatte bulunması, evde Kur’an eğitimi verilmesi kadar ciddi bir suç olarak kabul ediliyor.
Doğu Türkistan’da herkesin camiye gitmesi de yasak. Son dönemde, cami girişlerine şu ifade asılıyor: “Aşağıdaki kişilerin mescide girip dini faaliyette bulunmaları yasaktır: Partiye girmeye namzet öğrenciler, devlet memurları, işçiler ile emekliler ve izne ayrılmış olanlar, 18 yaş altındakiler, kent yöneticileri ve memurları, kadınlar…”
Kızıl Çin yönetimi, Doğu Türkistan Müslümanlarının siyasi görüşlerini ifade etmesine de müsaade edilmiyor. Siyasi görüşünü ifadeden Uygurlar, hiçbir delil gösterilmeksizin terörist damgası vurularak tutuklanıyor ve çeşitli işkencelere maruz bırakıyorlar.
Doğu Türkistan’da, altın, gümüş, petrol, doğalgaz ve kömür başta olmak üzere 118 çeşit maden rezervi bulunuyor. Çin’in enerji üretiminin neredeyse 1/3’ü buradan karşılanıyor. Buna rağmen, demografik yapıyı değiştirmek amacıyla bölgeye sonradan yerleştirilen Çinliler ile Müslümanların imkânları arasında büyük bir uçurum var. Uygurlar arasındaki işsizlik oranı yüzde 20’ler seviyesinde. Doğu Türkistanlılar, bu halleriyle, zengin ülkenin fakir köleleri konumundalar.
Çin’in, 1964-1997 yılları arasında Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği, 11’i yeraltında olmak üzere toplam 46 nükleer denemesi bu toprakları tam bir nükleer çöplüğe dönüştürdü.
Doğu Türkistan’da bu zulümler yaşanırken, ne yazık ki, hiç kimse Kızıl Çin’den hesap sorma lüzumu hissetmiyor. Dilimizde bile yer edinen ‘Çin işkencesinden’ fazlasıyla nasiplenen Uygur Türkleri, bugüne kadar, hiçbir destekçisinden hak ettiği desteği alamadı. Doğu Türkistan, 2008 Olimpiyatları vesilesiyle geniş bir kamuoyu oluşturan, Tibet kadar bile gündeme gelemedi.
Uygurların Annesi olarak kabul edilen Rabia Kadir’in, 2006 ve 2007 yıllarında, Türkiye’ye gelmek için yaptığı vize başvurusunun reddedilmiş olması, bu hakikatin en acı örneklerinden bir tanesidir.
Öyle anlaşılıyor ki, Batılılar, sadece fabrikalarını değil, kan ve gözyaşını da Çin’e taşımışlar. Doğu Türkistan’da yaşananlar, Avrupa Birliği ve Amerika’nın, tam bir Çin malı olduğunu işaret ediyor. Ne Kophenag Kriterleri, ne de AB uyum yasaları, Çin malı zulme hiçbir atıfta bulunmuyor. Fakat artık şu soruya bir cevap bulmak zorundayız: Doğu Türkistan neyimiz olur?
Kaynak: Yeni Akit




Ha Doğu Türkistan, ha Arakan,
Oluk oluk akıyor acı kan,
Durmaz mı hiç, ağlıyor müslüman,

Bu derde çare değil zaman,
Zaman bu zaman, bir büyük plan
Yapmalı ümmet, yapmalı müslüman.

4.8.12


Aşağıdaki yazı Arakan'daki müslümanların son durumun hakkında İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından hazırlananmıştır. www.ihh.org.tr

ARAKANDA YAŞANAN SON OLAYLAR

Hâlihazırda Arakan’da yaşanan olaylar 3 Haziran 2012 günü başkent Akyab’dan Maungdav şehrine gitmekte olan 10 Müslüman’ın Budist fanatiklerce katledilmesi ile başlamıştır. Yüzlerce Müslüman bu saldırıyı protesto etmek için Maungdav şehrindeki Merkez Camii’nde toplanmış, bu hareketi kendi varlıklarına tehdit olarak kabul eden Budist fanatikler ve Burma polisi, Müslümanlara saldırmış ve çıkan çatışmada çok sayıda Müslüman yaralanmış ya da şehit edilmiştir. Burma polisi bu gösteriyi devlete karşı bir ayaklanma olarak nitelendirmiş ve olaylara karışan Müslümanların cezalandırılması emrini vermiştir. Bundan sonra Budist fanatikler ve Burma polisi Müslüman köy ve kasabalarına baskınlar düzenlemeye başlamışlardır.

Suçluları barındırdıkları gerekçesiyle 300’ün üzerinde Müslüman Rohingya köyü ateşe verilmiş, cami ve medreseler Budist fanatiklerce kuşatılarak yakılıp yıkılmıştır. Bağımsız insan hakları kuruluşlarının bildirdiğine göre haziran ayından bu yana bölgede 1.000’den fazla kişi katledilmiş, binlerce Müslüman evlerinden ve köylerinden sürülerek ormanlarda yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bölgedeki şiddet olaylarından kaçan bir kısım Müslüman Rohingya ise komşu Bangladeş’e sığınmak için teknelerle Naf Nehri ve Hint Okyanusu’na açılmış ancak yoksullukla mücadele eden Bangladeş hükümetinin mültecileri kabul edememesi nedeniyle yüzlercesi boğularak ölmüştür. Bölgeden gelen haberlerde saldırılarda yaralananlardan bazılarının kendi imkânlarıyla gizlice Bangladeş’e geçerek tedavi olmaya çalıştığı, ancak durumu ağır olan ve tedavilerine izin verilmeyen birçok yaralının ölüme terk edildiği bildirilmektedir.

İHH ARAKAN FAALİYETLERİ

İHH İnsani Yardım Vakfı olarak 10 yıldır Bangladeş’teki mülteci kamplarında yaşayan Arakanlılara Türkiye halkının yardımlarını ulaştırarak onların temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Başta Kurban ve Ramazan yardımları olmak üzere her yıl gıda, sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel alanlarda yardım ulaştırdığımız Arakanlı mültecilere İHH’nın son 5 yılda yaptığı insani yardım çalışmalarını İHH Arakan Faaliyet Raporunda görebilirsiniz.





Arakan ile ilgili diğer bilgiler:

Yapraktaki Hücre Cemaati

Bazı hadisler bize gösteriyor ki, Peygamber Efendimiz, kabirlere bitki- ağaç - kurumamış dal vb. şeylerin dikilmesinin, konulmasının, kabirde yatanın  (varsa) üzerindeki kabir azabını hafifleteceğini buyuruyor.

Burada azabı hafifleten, kabre dikilen canlının yapacağı zikrullahtır, tesbihattır. İkinci planda örneğin bir ağaç dikilmişse ondan istifade edecek mahlukattan hasıl olan ecirdir, duadır.

Burada dikkatimizi celbeden nokta şudur. 

Canlı cansız her şey Allah'ı zikreder. Kendi dilleriyle yapar bunları. 

Bir kuş öterek zikrede, kuşun kursağı öğüterek zikreder, hücresi belki bölünerek zikreder, lizozomu sindirerek zikreder, enzimi çözerek zikreder, atomu dönerek zikreder, elektronu yüzerek zikreder, ondan da küçükleri ve bilemediklerimiz, yine kendi dilleriyle zikrederler. Her biri kendi vazifelerini yaparlar, ve böylece o vazifeyi onlara vereni anarlar, Allah'a işaret ederler ve böylece  Allah'ı zikrederler. 

Evet, bir kabri düşünelim. Kabirdeki kuru toprak da zikreder, kabrin başındaki taş da zikreder. Kabre dikeceğin bir gül de zikreder.

Kabirdeki toprağın taşın zikri kabirde yatan faninin azabını hafifletmiyor, ancak bir yaş dalın, bir çiçekin, belki bir yaprağın, canlı ve yaş olduğu sürece kabirdekinin azabını (varsa) hafifletmesi umuluyor. Demek ki burada bize bir ders veriliyor. Belki bir ton gelecek toprağın yapamadığı kuvvette zikri bir yaprak yapıyor.

Yapraktaki sır ne de, bu derece çok toprağa-taşa nispetle bu derece küçük ve hafif oluyor da, bu derece kıymetli bir zikir yapabiliyor?

Bir kere yaprak canlı ve hareketli. İçindeki parçalar topraktaki cansız ve hareketsiz parçalar gibi değil. Demek ki yaprağın birinci sırrı aksiyon.

İkincisi yaprak bir iş yapıyor, fayda yaratan bir faaliyette bulunuyor. Tabiat çevriminin bir halkası oluyor. Demek ki yaprağın ikinci sırrı fayda.

Üçüncüsü yaprağı birbirine bağlı bir topluluk meydana getirmiş. Bu topluluk hücre topluluğudur ve her bir hücrenin görevi bellidir. Kimisi yaprağın üstündedir fotosentez yapar, kimi altındadır şeker depolar, kimi damardadır suyu taşır, kimi hava kapakçığı olur, açılır kapanır. Aslında yaprak, hücrelerden vücuda gelmiş bir cemaattir. Demek ki yaprağın üçüncü sırrı cemaat.

Yaprağın zikrini kıymetli kılan kim bilir daha ne sırlar var. Ne kadar az biliyor, ne kadar az düşünüyor, ne kadar da az ibret alıyoruz.

Yaprak ve toprak bize hoca oluyor ve Zikrullahı anlatıyor. Diyorlar ki: Aksiyon içindeysen, çevrene fayda veriyorsan ve bir cemaat olmuşsan, senin kütlen 1 gram da olsa, yaptığın zikrin Allah katındaki ağırlığı 1 ton vasıfsızın zikrinden daha ağırdır. 10 milyon faydasız, icraatsız ve dağınık insanın zikrindense, 10 kişiden müteşekkil, faydalı işler yapan, çabalayan, kenetlenen bir cemaat-topluluk daha hayırlıdır.

Hz. Peygamberin her işi hikmetli, her hareketi zahiri ve batıni çokça hakikate işaret ediyor. O, yol göstericilik vazifesini yaşamının her anında icra etmiş. Biz peygamber okyanusundan ancak kendi kabımızın büyüklüğü kadar yararlanabiliyoruz. Allah'ım ilmimizi, ibretimizi ve Hz. Peygamberden nasibimizi arttır. (Amin)


Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.

  

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...