18.10.12

Milli Güvenlik ve Din Kültürü Dersleri

Milli güvenlik derslerini genç ve saf bir öğrenci olarak çok severdim. Çünkü değişik bir dersti. Bir kere her şeyden önce sınıfa farklı birisi girerdi, üniformalı birisi. Okuldan olmayan birisi. Çok değişik gelirdi, değişik olduğu için de eğlenceli...

Hamdolsun artık bu dersi sivil öğretmenler veriyor.

O zamanlar gördüğüm bu manzara aklıma şu soruyu getirdi: Madem Milli Güvenlik dersine bir asker, örneğin bir albay giriyor da,  Din Kültürü dersine bir imam girmiyor?

En azından ayda bir de girebilir.

Hatta ders en azından ayda ya da iki ayda bir uygulamalı olarak camide de verilebilir.

Örneğin lisede resim öğretmenimiz bizi manzara resmi çizmemiz için göl kenarına götürmüştü, Din Kültürü öğretmeni de neden öğrencilerini camiye götürmesin ki?

Hem biliyoruz ki liseye gelip de daha caminin içerisinden adımını atmamış, o atmosferi hiç yaşamamış o kadar çok sayıda genç kardeşimiz var, onlara da hoş-güzel tecrübe olur.

Belki anlatmakla bitiremeyeceğimiz sayısız faydasının olacağı kanaatindeyiz. Talep ediyoruz. Duyurulur.

Bunlar ufak tefek şeyler, ama bu ufak nüanslara bile o kadar muhtacız ki, tarifi mümkün değil.

Dip Not: "Aman laikliğe aykırı olmasın" diyen çıkarsa peşinen söyleyelim, Din Kültürü dersindeki teorinin bir uygulamasından, tabiri diğerle pratiğe dökülmesinden ibaret olan bu olayın laikliğe aykırı olması akla aykırıdır, çünkü "dinin teoriden pratiğe dökülmesi laikliğe aykırıdır" demek "oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek laikliğe aykırıdır" demek gibi birşeydir. Nitekim din kültürü teoriden ibaret değildir, hayatın içine nüfuz etmiş, pratikteki uygulamaları yaşamımızı kuşatmıştır. O ne güzel kuşatmadır! Neticede teorisi öğretilirken laikliğe aykırı olmayan bir şey pratiği öğretilirken-icra edilirken de laikliğe aykırı olmaz, olamaz. Hem bir öğrenci Ramazan'da okula oruçlu gelip gitse hiçbir akıl sahibi bunun için laikliğe aykırıdır diyemez, Din Kültürü dersinde de uygulama olarak bir camii ziyareti bu bağlamda öğrencinin okulda oruç tutması nevinden bir fiildir, fazla abartılacak, öyle bir bardak suda fırtına kopartılacak bir tarafı yoktur. Peşinen belirtelim.



17.10.12

Fatih Sultan Mehmet Han'ın Laneti ve Ayasofya

Fatih, yaklaşık 800 sene öncesinden peygamber iltifatına mazhar olmuş eşsiz bir insandır. Onun laneti elbette içimizden alelade birisinin laneti gibi değildir.


"CONSTANTİN ELBET BİR GÜN FETH OLUNACAKTIR ONU FETH EDEN ASKER NE GÜZEL ASKER ONU FETH EDEN KOMUTAN NE GÜZEL KOMUTAN...(HZ.MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V) )



Evet acaba neden lanet etmiş Hz. Fatih? Kime lanet etmiş? Ne yapmışlar da lanet etmiş?



Fatih'in laneti; bir şehir efsanesi, bir söylenti, ya da bir masal değildir. Tarihi bir gerçektir. İnkar edilemez. İspat edilebilir. Fatih Sultan Mehmet Han'ın vasiyetnamesi Osmanlı arşivlerinde mahfuzdur, isteyen açar bakar, ya da orjinalini internetten de araştırıp bulabilir.



Ah resmi tarih, ahh!! Bizi nasıl da kandırdın senelerce, utanmadan. Ecdadımızdan soğuttun hayasızca, arsızca. Aldattın, saf yerine koydun. Neyse ki arşivler var, neyse ki kütüphaneler var, neyse ki yalnızca hakikati ve gerçeği kovalayan hakka ve hakikate aşık insanlar, gayretkeşler var, neyse ki tek derdi ünvan makam mevki maaş olmayan tarihçiler var, neyse ki internet var, televizyon var, radyo var, gazete var. 100 televizyon batıl yayın yapsa da hak ve hakikati yayınlayan 1 televizyon batılı yenmeye yeter.



Şimdi gelelim lanet kısmına. Laneti Hz. Fatih'in mübarek ağzından dinleyelim.



“Kim ki bâtıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya vakfın değiştirilmesi ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksat ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyyen merhamet olunmasın.” (A. Akgündüz, S. Öztürk, Y. Baş, “Kiliseden Müzeye Ayasofya”, OSAV: 2006, s. 141-2.)(Not: Aslı Arapça olan vakfiyenin nüshaları Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde, Topkapı Sarayı ile Türk ve İslam Eserleri müzelerinde mevcut)


Lanet kısmından sonra şimdi de gelelim Ayasofya'yı kimin camiiden müzeye çevirdiğine. 1934′te bir Bakanlar Kurulu kararıyla Ayasofya Camii hukuksuz bir biçimde müze yapılmıştır. Neden mi hukuksuz? Esastan ve şekilden mevcut kanunlara aykırılık olduğu için hukuksuz. Bu hukukçuların işi. Onların işini onlara bırakıyoruz, tabii bu işi kurcalayacak cesareti olan bir hukukçu varsa  bilhassa ona. Konunun tafsilatı için bu linlke bakabilirsiniz.



Evet bunlar gerçekler. Bazen gerçekler insanın başına iş açabilir, insanın rahatını bozabilir. Ama olsun, gerçekleri söyleyecek cesareti gösteremeyecek bir korkak olmaktansa, ne pahasına olursa olsun hakkı, hakikati ve hakkaniyeti savunan birisi olmak kıyas kabul etmeyecek derecede üstündür, iyidir. Bu memlekette Ayasofya'nın tekrar camii olmasını isteyenlerin Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılandığı dönemlerin üzerinden daha çok da fazla zaman geçmiş sayılmaz. Yine de, güneş balçıkla sıvanmaz, bir nuru hiçbir batıl örtemez, kapatamaz.

Konuyla ilgili benzer bir yazımız: Ayasofya'da Kadir Gecesi






BAŞBAKANLIK’A AYASOFYA’YI CAMİ YAPMASI İÇİN E-MAİL YOLLUYORUZ SENDE KATIL… BAŞBAKANLIK ÖZEL KALEM ozelkalem@basbakanlik.gov.tr BAŞBAKANLIK İLETİŞİM MERKEZİ (BİMER) bimer@basbakanlik.gov.tr ALTTAKİ METNİ KOPYALAYIP YOLLAYIN ÜSTTE VERDİĞİMİZ 2 ADRESE YOLLAYIN: BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM; FATİH’İN MİRASI AYASOFYA CAMİ OLSUN Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fettiği zaman Ayasofya kilisesinde fethinden hemen sonrasında şükür namazı kılmış ve ardından Ayasofya Kilisesi camiye çevrilerek Ayasofya Camii adını almıştır. Şu önemli noktaya dikkatinizi çekerim ; Fatih Sultan Mehmet Han şöyle demiştir ; '' Ayasofya'yı kıyamet kopana kadar cami vakfı olarak ilan ediyorum , eğer onu kim ibadete kapatırsa bütün insanlığın laneti onun üzerine olsun.Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. '' demiştir. “Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: ‘İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.’ Peygamber efendimiz (s.a.v)'in övgüsünü almış olan Fatih Sultan Mehmed'in, cami yaptığı Ayasofya'yı kapatıp müzeye çevirmek çok büyük bir yanlış ve bu yanlışdan dönmenin artık tam vaktidir. 29 Mayıs 2013'de İstanbul'un fethinin 560. yıl dönümünde Fatih'in torunları olarak yıllar sonra Ayasofya'daki ilk namazımızı kılalım. Ayasofya'yı cami yapmanın tam sırasıdır. Ülkemizin her ortamda güçlendiği şu dönemde Fetih ruhunu yeniden canlandırmak için Ayasofya'nın cami yapılmasını tüm İslam dünyası için başbakanımızdan istiyorum.


16.10.12

Diyanet Gönüllüsü - Gönüllü İmam - Gönüllü Müezzin

İşletmelerde en büyük maliyet kalemi genel-geçer bir kaide olarak emektir.

Bu işin kitaplarında böyle yazar.

Hele ki emek yoğun bir sektörde, maliyetin çok çok büyük bir kısmı emektir. Örneğin bir mimarlık bürosunda ya da bir yazılım firmasında...

Her ne kadar din hizmetleri yukarıda saydığımız işlerden çok farklı olsa da, devlet açısından olaya maddeci bir gözlükle baktığımızda durum yine aynıdır. Diyanet İşleri Başkanlığında en büyük maliyet kalemi olarak din görevlilerine verilen maaşlar görülür.

Maaşlar mesleğin kutsiyetine yakışmamaktadır, zaten ne maaş verilirse verilsin, o kutsi insanların verdikleri aziz hizmetin karşılığı olması mümkün değildir. Ancak, şu da bir gerçek ki maaşlar yetmemektedir. 

Maaşlar bu kadar düşük olduğu halde, toplu olarak düşünüldüğünde devletin kasasına gözle görülür bir yük getirmekte.

Din görevlilerinin yaptığı işi, bu işin maddi değil de manevi kazanç tarafını önemseyen pek çok kişinin bilaücret yapabileceklerini tahmin etmek zor değildir. 

Caminin elektrik parası, su parası, ısınma parası  cemaat tarafından karşılanıyor da, din görevlisi hizmeti neden gönüllüler tarafından karşılanmasın. Hem bu gönüllülere her camide olan cami derneği tarafından para toplanarak bağış da yapılabilir. Gerek cemaatten gerekse çevredeki esnaf ve iş adamlarından din görevlisinin geçimini üstlenecekler de çıkabilir. 

İşte öneri: Gönüllü kişi Diyanet'e başvurur ve bir yeterlilik sınavına tabii tutulur. Yeterli görülen gönüllüye icazet verilir. Gönüllü, görev yapmak istediği caminin  cami derneği ile anlaşır ve müştereken Diyanete başvururlar. Diyanet de uygun görürse gönüllü göreve başlar. Diyanet müfettişlerince de belirli aralıklarla denetlenirler. 

Bu sayede hem devlet din görevlisine ödediği maaşlardan doğan masrafı bir nebze azaltabilir, ya da buradan sağlayacağı kar ile din hizmetini daha da genişletebilir, yani örneğin İngiltere'ye bir din görevlisi fazla gönderir, hem de gönüllülere büyük bir manevi kazanç kapısı açmış olur.

Yeterlilik sınavı güzel tertip edilirse ve denetimler de iyi yapılırsa bir sakıncalı bir durum da oluşmaz. Gönüllülerin bir taraftan açıköğretim fakültelerinin ilahiyat bölümlerinden mezun olmaları da sağlanabilir.

Hatta gönüllülük sistemi geliştirilebilir. Örneğin bir caminin 5-6 gönüllüsü olur, bu gönüllülerin içlerinden bir başkan ve bir başkan yardımcısı seçilir, haftanın belli günlerinde belli vakitlerde kimin din hizmeti vereceği belirlenir ve belli bir program dahilinde din hizmetleri yürütülebilir. Örneğin bir işçi kardeşimiz pazar günü gönüllü olur, bir emekli kardeşimiz pazartesi, bir berber kardeşimiz salı vb.

Zaten bazen din görevlilerinin olmadığı camilerde bu işler oluyor, cemaatten gönüllü bir imam öne geçiyor, birisi de müezzinlik yapıyor. Getirilen öneriler zaten uygulanmayan, denenmemiş, akla uzak öneriler değildir. Sadece bu işin belki yeterlilik sınavıyla, denetimle, daha yaygın ve verimli bir şekilde yapılmasını tavsiye ediyoruz.

Temel yaklaşım, milletin din hizmetlerini daha az maliyetle daha yaygın ve etkin bir şekilde görmek olmalıdır.

Örneğin yardım kuruluşlarında görüyoruz, çok sayıda gönüllü örgütlenerek güzel hizmetler yapıyorlar, güzel işlere imza atıyorlar. Diyanet'in neden gönüllüleri olmasın ki? Bir gönüllü imam, bir gönüllü müezzin, bir gönüllü vaiz neden olmasın? Yeterliliği varsa elbette olabilir. Örneğin bir yardım kuruluşunda bakıyorsunuz bir mühendis hafta sonları lojistik şefi olarak çalışıyor, gönüllü lojistikçi oluyor. Eğer yeterliliği varsa bir doktor da gönüllü müezzin olabilir. Bu sayede açık olan başka bir camideki müezzin açığı dolabilir. İnsan kaynağımız daha verimli kullanılmış olur.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...