1.7.12

Musibet Anında Bir Mülahaza


Musibetin ilk çarptığı an, sabrın gösterilmesi gereken andır.


Bu anda sabır göstermek kolay değildir, bu yüzden çok da kıymetlidir.

Musibetin ilk çarptığı anda sabır göstermek için peygamber efendimizin tavsiye ettiği şeyler vardır. Bunlardan bazıları: abdest almak, susmak, ayakta isen oturmak, oturuyor isen uzanmak, peygamber efendimizin öğrettiği bir takım Allah'ı yüceltici ve tesbih edici sözleri tekrarlamak.

Elbette metotların en güzeli, insanların en güzelinin metotlarıdır.

Bunların yanında öfkelendiğin zaman şunları düşünmekte fayda var: "Ben bu kadar namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, Allah'ı tesbih edip onu anıyorum. Tüm bunları, şimdi öfkelenip kötü şeyler söylemek, kötü şeyler yapmak için değil, tam tersine, böyle anlarda öfkemi yenmek, haddi aşmamak için yapıyorum."

"Şimdi kötü işler yaparak, öfkeme yenilerek, bunca yaptığım hayırı - hasenatı - namazı - zikiri heba edemem" diye düşünmeli "Bir anlık öfkeyle yılların birikimini heba etmemeliyim, hiç etmemeliyim" diye düşünmelidir.

Nasıl ki zengin birisinin geride bıraktıklarından dolayı canı daha tatlıdır, nasıl ki dünyaya zengini herkesden çok bağlı görürsün, sen de öylece sevaplarına bağlan ki bir anda hepsini heba etmeyesin. Öfkeyle kalkan zararla oturur. Hele ki bu zarar ahiret hesabında zararsa, daha büyük ne zararın olabilir ki?

Elindeyken kaybedebileceklerin seni frenlemeye yetmediyse bir de gelecekten kaybedebileceklerini düşün. Öfkeni yenemezsen belki de Allah'ın rızasından, cemalinden mahrum kalacaksın. Bundan büyük bir kayıp olabilir mi? Cennetler dahi bu kaybın yanında devede kulak kalır. İnsan bunları kaybettiğini bilerek cennete girse belki cennetten dahi tat alamaz.

Allah kimin neyi ne için yaptığını en iyi bilen, en iyi görendir. O kalpten geçenleri hakkıyla bilir. Başkaları ne düşünür diye hiç endişen olmasın, yalnız Allah ne düşünür diye endişen olsun.

Eğer sen Allah rızası için öfkeni  unutursan, umulur ki Allah da sana öfkelendiğinde öfkesini unutur ve seni affeder.

Öfkelendiğin anda durumunu değiştirirsen, abdest alırsan, Allah'ı tesbih edersen ve yukarıdaki cihetten mülahazaları düşünürsen, Allah'ın ve O'nun izni ile kullarının yardımı sana ulaşır, öfkeni yenersin. Çünkü kalplere hükmeden odur. Allah, dilediğinin kalbine cesaret salar, dilediğinin kalbine korku salar, dilediğinin de kalbini yatıştırır. Her şey O'nun kudret elindedir, O hiçbir zaman acziyet göstermez. Dilediğini dilediği zaman yapar. O halde öfkelendiğinde Allah'a sığınıp sabretmekten daha akıllıcası ne olabilir ki?

Benzer bir yazı:

Musibet Anında Tesbihat


Aşağıdaki yazı www.sorularlaislamiyet.com dan alıntıdır.
Musibet Nasıl Değerlendirilmeli

Kullanıcı:

 
Sorularlaislamiyet.com
 

| Tarih:

 
Cum, 01/01/2010 - 01:00

Ekonomik kriz konusunda sağlıklı İslamî görüşü elde etmemizde gerekli olan diğer bir husus, musibetlerle ilgili umumî telakkidir. Yaşadığımız “ekonomik kriz”den önce “musibet”ten söz etmek istiyoruz, çünkü, ekonomik kriz dahi, zelzele, yangın, trafik kazası, hastalık, kıtlık, kuraklık vs... gibi, hoşa gitmeyen, insanı sıkıntıya atan durumlardan sâdece biridir. Öyleyse, biri hakkında yapılacak bir değerlendirme hepsi için muteberdir.

İslam, bu nahoş hadiselerin hepsini “musibet” kelimeleriyle ifade eder ve müntesiblerine, kendine has, orijinal telakki ve bakış açıları verir. Buna göre:
1-Musibetler Tesadüfî Değildir. İnsanın başına gelen bütün musibetler Allahın izin ve onayı ile, Onun bilgisi altında vukua gelmektedir ve önceden yazılmıştır: “(Gerek) yerde (gerek) nefislerinizde, vukua gelen her bir musibet, tarafımızdan yaratılmazdan önce mutlaka bir kitapta (yazılmış)tır” (1). “İsâbet eden her musibet Allahın izniyledir. Kim Allaha iman ederse, (Allah) onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi hakkıyla bilir” (2).

Şu ayet de bu sadette düşündürücüdür (Mealen): “Allah, bir kavim için kötülük diledimi artık onun geri çevrilmesine hiçbir çare yoktur. O kavim için Ondan başka veli (yardımcı) da yoktur” (3).

2-Musibetin Sebebi İnsanın Kendisidir. Musibetle ilgili İslamî anlayışın mühim esaslarından biri de budur. Yani; kişi, başına gelen hoşlanmadığı bir şeyi kendinden, hoşlandığı şeyi de Allahtan bilmelidir. Bu hususta Kuran-ı Kerim pek açıktır: “Sana bir güzellik (hasene) gelirse bu Allahtandır, bir kötülük (seyyie) gelirse o da kendindendir” (4).

Bir diğer ayet, meseleyi daha da açar: Musibet, kişinin günahları sebebiyledir: “Size gelen bir musibet kendi ellerinizin kazandığı (günahlar ve hatalar) sebebiyledir. (Kaldı ki Allah ) bir çoğunu affeder” (5). Nitekim, bir başka ayette, insanlar kazandıkları fenalıklar sebebiyle (hemen) cezalandırılmaları hâlinde, yeryüzünde hiçbir canlının kalmayacağı belirtilir(6). Şu ayet korku ve açlık gibi musibetlerin, insanların yaptıkları kötülükler sonunda ilahi irade ile verildiğini açıkça ifade eder (mealen): “Allah o memleketi (size) bir ibret örneği olarak icat etti ki o, korkudan emin ve sâkindi. Rızkı da kendisine her bir yandan bol bol geliyordu. Fakat o, Allahın nimetlerine nankörlük etti de, Allah da ora (halkının) işlemekte ısrar ettikleri (kötülükler) yüzünden açlık ve korku libasını (giydirip olanca acıları) tattırdı” (7).

Kuran-ı Kerime göre, karada ve denizde görülen bütün fitneler (olumsuz, menfi hadiseler) de insanın eliyle işlediklerinin sonucudur(8). Nitekim, Kuranda yok oluş hikayeleri anlatılan eski milletlerin helake atılış sebepleri olarak her seferinde onların küfür, isyan, zulüm, ahlaksızlık gibi durumları gösterilir. Yani yere batma, sel felaketi, tepelerine taş yağması, kıtlık, maymuna çevrilme gibi maddî felaketlere her seferinde mânevî bozulma ve çürümüşlükler sebep gösterilmiştir. (9)

“Atalarımıza da (gah böyle): “Fakirlik, şiddet, hastalık, (gah) iyilik, genişlik dokunmuştur” dediler. Bunun üzerine Biz de kendileri farkına varmadan, onları ansızın tutup yakalayıverdik. Eğer o memleketlerin halkı iman edip de (küfür ve isyandan) sakınmış olsalardı elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık. Fakat onlar ( peygamberlerini) yalanladılar da Biz de kazanmakta oldukları (küfür ve isyan) yüzünden onları tutup yakaladık” (10).

Bu ayetler, açık bir şekilde, eski milletlere felaketlerin, peygamberlerin getirdiği hidayete uymamaları sebebiyle geldiğini ifade etmektedir.

Kurandan vereceğimiz son bir misal, Hz. Musanın duasıyla ilgili. Hz. Musa, ilahi vahyi almak üzere Tur dağına gidince, o sırada halktan biri olan Sâmirînin döktüğü altın buzağıya halk tapmaya başlar. Hz. Musa, Tur dönüşü durumu öğrenince, yetmiş kişiyi seçerek Allaha tövbeye götürür. Bu esnada vukua gelen zelzele üzerine, Hz. Musanın Allaha yaptığı yakarışlardan şu cümle konumuzu ilgilendirir: “Ey rabbim!.. içimizden bir takım beyinsizlerin işlediği günah yüzünden hepimizi helak mı edeceksin? Zaten o da Senin imtihanlarından başka bir şey değildi. ...Sen bizim velimizsin. O halde bizi bağışla, bize merhamet et, Sen en hayırlı bağışlayıcısın” (11).

3-Belalar, İyilerin Tepkisizliğinden. İslamın üzerinde durduğu bir husus da kötülüğe karşı tepkidir. Hadiste: “Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmeyen diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmeyen kalben (buğz ederek) düzeltsin...” buyrulur ve buğz mertebesinin imanda aşağı bir seviye olduğu da ayrıca belirtilir(12).

Mümin, gücü yettiği yerde, fitneye sebep olmadan(12) zulmü önlemekle mükelleftir: “İnsanlar zâlimi görür de elinden tutup mâni olmazlarsa, Allahın, hepsine ulaşacak bir ceza vermesi yakındır”. (13)

Bu hususun ehemmiyetini vurgulamak üzere Kuran-ı Kerim, Benî İsrailin geçmişteki helak sebeplerinden biri olarak, cemiyette zuhur etmeye başlayan kötülükler karşısındaki tepkisizliği gösterir: “İsrailoğullarından inkar edenler, Davudun ve Meryem Oğlu İsanın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmelerindendi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mâni olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi”. (14)

Şurası açıktır ki, her zaman her yerde kötülükler –önceleri “züppe” diye isimlendirilerek- çoğunluğun hoş karşılamadığı küçük bir azınlık çevrede başlar. Ve müessir müdahale, tashih edici, ikna edici terbiyevi gayret gösterilmezse, cemiyette yayılarak müdahale edilemeyecek veya müdahale edilse de tesir hâsıl edilemeyecek seviyelere gelir. İşte bu durum umumî belayı gerektirmektedir: “İçerisinde iyilerin daha mümtaz, daha güçlü bulunduğu bir kavimde, kötülükler işlendiği halde, iyiler müdahale edip, ıslahda bulunmazlarsa –bir başka rivayette: müdahale edecek güçte bir kimsenin bulunduğu bir kavimde kötülükler işlenir ve fakat o kimse, müdahalede bulunmazsa (15) - Allah (celle şanuhu), herkese ulaşacak umumî bir ceza gönderir. (16) Bu ceza, o kadar umumî, o kadar herkesi yakalayacıdır ki, o geldiği zaman, değil kötüler, iyiler bile şaşkına döner, “ne fenalığı ortadan kaldırmaya güçleri yeter, ne de onun şerrinden kaçıp kurtulabilirler”. (17)

Bu hususa dikkat çeken ayet ve hadis pek çok, (18) fakat sadece şu ayetle yetiniyoruz (mealen):“Öyle bir fitneden sakının ki, o (geldiği zaman) içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (ammeye de sirayet eder ve hepinizi perişan eder) hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin olandır”. (19)

Şu halde, bu ilahî uyarıları göz önüne alarak, Allahtan korkup, sorumluluğunun gerekleri hususunda hassas olanlara Allahtan çeşitli şekillerde, umulmadık yollardan mükafat gelecektir:
“...Kim Allahtan korkarsa (Allah) ona bir çıkış ihsan eder. Onu, hâtıra ve hayale gelmeyecek bir cihetten de rızıklandırır...” (20)

4-Belalar Çoğunluğun Hatasıyla Gelir. Hz. Peygamber şöyle buyururlar: “Allah çoğunluğu, azınlığın hatası sebebiyle cezalandırmaz. Ancak çoğunluk, azınlığın kendi aralarında cereyan eden kötülüklerini görürler ve müdahale edip, mani olmaya muktedir oldukları halde bunu yapmazlar. (Böylece onlar da bu tavırlarıyla öbürlerinin suçuna ortak olurlar). Bunun üzerine Allah, azınlığı da çoğunluğu da cezalandırır”. (21) İçinde bulunduğumuz musibete fetva verdiren günahlarımızı, Nefis muhasebesi bahsinde göreceğiz.

5-Belaları, İçtimaî Kokuşmalar Davet Eder. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam, vukua gelen hâdiselerin umumî bozulmalardan ileri geldiği hususunda başka hadislerde de dikkat çekmiştir. Şu kaydedeceğimiz hadis, pek çok içtimâî musibetleri beş noktadaki kokuşmaya bağlar: Fuhuş, ölçülerde hile, Zekâtı vermemek, ahdin bozulması, (adalete riayetsizlikle) idarecilerin dini uygulamamaları:
“...Beş şey vardır, onlarla imtihan edilirseniz –ki onlara maruz kalmanızdan Allaha sığınırım- beş çeşit belaya maruz kalırsınız:
1-Bir kavm içerisinde, aleniyet kazanacak derecede fuhuş ilerleyecek olursa orada tâun ve (frengi, aides gibi) daha öncekilerin görmediği hastalıklar ortaya çıkar.
2-Ölçü ve tartılarda eksiklik (ve hile) yapılırsa, bunu mutlaka kıtlık, ve geçim sıkıntısı (şeklinde kendini gösteren iktisadî bozukluk) ve Sultanın (yani devlet idarecilerinin, ağır vergi vs. şeklinde görülen) zulmü takip eder.
3-Malların Zekâtı verilmezse gökten yağmur kesilir. Esasen hayvanlar da olmasaydı bu durumda hiç yağmur yağmazdı.
4-Allaha ve Resulüne olan ahidlerini (yani dini tatbik etmeye dair sözlerini, zira Müslüman, Allahın emirlerine teslim olmaya söz vermiş kişi demektir) bozdukları zaman da Allah, kendileri dışındaki bir düşmanı, onlara musallat eder. Onlar da ellerinde bulunanların bir kısmını alırlar.
5-İmamları Allahın Kitabıyla hükmetmezler ve Allahın indirdiğini terk ederlerse, Allah kendi içlerinde belaya (dahili kargaşa, maddî sıkıntı, anarşi vs.ye) maruz kılar” (22)
Kaynaklar :
1-57 Hadîd 22.
2-64 Teğabün 11.
3-13 Râd 11
4-4 Nisa 79.
5-42 Şûrâ 30.
6-35 Fatır 45.
7-16 Nahl 113.
8-30 Rum 41.
9-Enfâl 54, 18 Kehf 59, Fussilet 13-17, 10 Yunus 13; 6 Enam 6; 17 İsra 17; 22 Hacc 45; Kasas 58; Hâkka 4-10.
10-7 A raf 94-96.
11-7 A raf 155.
12-Müslim, İman 78. Ebu Davut, Salat 232. Neseî, İman 17.
13-Cemiyette vukua gelen fitnelere müdahalenin bir kısım kaide ve şartları vardır. Bazı durumlarda karışmamak gerekir. Teferruatı İslam Işığında Anarşi adlı kitabımızda bulabilirsiniz (s.124-163).
14-Tuhfetul-Akvazî 6, 289.
15-5 Mâide 78.
16-Müsned 4, 361.
17-İbnu Mace, Ften 20, 400. h. Ebu Davud, Melahim 17, 3338-39. hl.
18-Tirmizi Zühd 60.
19-Daha fazla bilgi için İslam Işığında Anarşi adlı kitabımız görülebilir 5, 91-99.
20-8 Enfal 25.
21-65 Talâk 2-3.
22-Mecmauz-Zevâid 7, 268. Bağavî, Şerhus-Sünne 14 ,346. Müsned 4, 192. Tahavî, Müşkilül-Âsarda bu bahsi genişçe tahlil eder 2, 62-66.
23-İbnu Mâce, Fiten 22, 4019. h.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...